“Aileler paniğe kapılmamalı, öğretmenler sabırlı olmalı” | Güney Gazetesi Mersin

“Aileler paniğe kapılmamalı, öğretmenler sabırlı olmalı”

Öğretmen, Eğitim Yöneticisi ve Danışman Hafize Bilgenoğlu, salgın nedeniyle uygulanan uzaktan eğitim sürecini deneyimlerine, bilgi birikimine dayanarak değerlendirdi. Aileleri “Panik yapmayın” diye uyaran Bilgenoğlu, önceliğin çocukların bilgi öğrenmesi değil, ruhsal ve bedensel gelişimleri olduğunu söylüyor.

“Aileler paniğe kapılmamalı,  öğretmenler sabırlı olmalı”


ABİDİN YAĞMUR

Hafize Bilgenoğlu, Öğretmen Okulu’ndan mezun olduğu 1970’lerden beri eğitimin içinde olan bir isim. Sınıf öğretmenliğinden okul müdürlüğüne kadar eğitimin her kademesinde görev alan Öğretmen, Eğitim Yöneticisi ve Danışman Hafize Bilgenoğlu, salgın nedeniyle uygulanan uzaktan eğitim sürecini deneyimlerine, bilgi birikimine dayanarak değerlendirdi. Aileleri “Panik yapmayın” diye uyaran Bilgenoğlu, önceliğin çocukların bilgi öğrenmesi değil, ruhsal ve bedensel gelişimleri olduğunu söylüyor. Öğretmenleri hem uzaktan eğitim sürecinde hem okullara döndüklerinde çocuklara karşı sabırlı olmaya davet eden Bilgenoğlu, “Ekrandan da olsa her çocuğa elinizi tebessümünüzü ulaştırın” diyor.

-Eğitimci olarak daha önce böyle bir salgın ortamı, uzaktan eğitimin bu kadar yaygınlaştığı bir dönem gördünüz mü?

HAFİZE BİLGENOĞLU: Türkiye’de ilk kez oluyor. Zaten teknoloji de ilk kez bu kadar yaygın kullanılıyor. Tabi teknolojiyi imkanı olanlar kullanıyor. Bizim altyapımız, öğretmen eğitimimiz sağlam olsaydı bu dönemde uzaktan eğitimde daha başarılı olabilirdik. Öğretmenlerimizin teknolojik yeterliliği bence az. Ayrıca araç imkanları da Türkiye’de sınırlı ve pahalı. Bu nedenle insanların bu eğitime ulaşımı öğretmen açısından da zor oldu, öğrenci açısından da zor oldu.

-Teknolojik araç gereç olanaklarını öğrenciler açısından değerlendirirsek nasıl bir manzarayla karşılaşıyoruz?

H.B: Öğrencileri burada değişik gruplara ayırabiliriz. Tamamen yoksun olan kırsal kesimin sorunları ayrı, şehirlerde yaşayıp maddi olanakları yetersiz olanların sorunları ayrı, şehirde yaşayıp maddi olanakları olduğu halde anne baba eğitiminde sorun olanların sorunları ayrı.

İmkanları çok iyi olan ama anne babası yeterli bilince sahip olmayan çocuklarda daha büyük karmaşalar yaşandı. Onlar her şeyi çocuğun önüne verip her şeyin en iyisini çocuktan bekledikleri için çocuklar daha büyük bir kaos içine düştüler.

Olanakları olup annesi babası bilinçli olan çocuklar en şanslılar. Bu aileler ne yapılacağını, çocuğa nasıl destek verilmesi gerektiğini bilip öğretmenle birlikte çocuğun yanında  doğru şekilde yer aldılar.

-Bilinçli olmaktan ve çocuğun yanında doğru şekilde yer almaktan neyi kast ediyorsunuz?

H.B: Anne babanın bilinçli olması öncelikle çocuğunun eğitimine özen göstermesi. Bu çok önemli. Bu özen nasıl olur? Çocuğun ihtiyaçları karşılanır, çocuğun uzaktan eğitime hazırlanması sağlanır, uzaktan eğitim sırasındaki davranışları gözlem altında tutularak destek verilir.

Ayrıca bu eğitimlerden sonra çocuğun psikolojik olarak nelere ihtiyacının olabileceğini fark edip ona göre çocuğun soluk almasına, yaşamasına olanak sağlayan aileler var. Bunlar bu işi en zararsız geçirecek olanlar. Bir de sabah 9’dan, öğleden sonra 4’e kadar ekrana kilitlenmiş, çocuklardan daha da fazlasını isteyen, hırslı, paniğe kapılmış aileler var. Onlar çocukları bence büyük bir karmaşaya sürüklediler. Çocuklar şaşkın, boş bakıyor. Ne yapacağını bilemiyor. Aileler ne yapacağını bilmiyor.

-Aileler panik halinde yani…

H.B: Panik halindeler. Öğrensin, aman eksiği kalmasın, daha çok öğrensin, daha çok öğrensin… Halbuki çocuğun ihtiyacı sadece o ekrana bakarak edineceği bilgiler değil. Çocuğun becerilerini geliştirmesi lazım, ilgi alanlarını tatmin edecek aktivetelerin olması lazım, bedensel hareketliliğini kazanması lazım. Bilinçli öğretmenlerden duyuyorum ders arasında çocuklara “ara veriyoruz, hadi bakalım pencereden bakın, koridorda 15 kere zıplayın, meyve yemek isteyen meyve yesin” gibi çocuğun kinestetik ihtiyaçlarını karşılıyorlar, ondan sonra derse alıyorlar. Onlar yararlanabiliyorlar. Bu bilinçli öğretmen yönü. Bunun eksik kaldığı yerde aile bunu yaptırabilmeli.

Bir de sahipsiz çocuklar var. Anne baba işte. Çocuk ya anneanne ile ya babaanneyle ya bakıcıyla ya da evde yalnız. Onlar Allah’a emanet. Yani bu uzaktan eğitim, sosyal seviyelerdeki farklılıklar nedeniyle farklı sorunlar taşıyor. Kimsenin derdi kimseye benzemiyor. Herkesin derdi ayrı. Kırsal bölgede çocuk internete ulaşamıyor. Şehirlerde karnını zor doyuran ailelerin çocukları bu imkanlara hiç ulaşamıyor. Bunlara yönelik yardım kampanyaları yapılıyor. Bu ülkenin çocukları bu durumda olmamalıydı.

-Uzaktan eğitim sürecinde aileler açısından anahtar kelime panik yapmamak diyebilir miyiz?

H.B: Evet, panik yapmamak. Panik yapmasınlar. Bilgiye ulaşmak kolay. Artık bilgi her yerde. Çocuk ihtiyaç duyduğu bilgiyi internetten bulabileceğini biliyor. Önemli olan burada çocuğun kişiliğinin gelişmesi. Önemli olan bedensel ihtiyaçlarının karşılanması. Kinestetik bir çocuğu düşünün. Bütün gün ekran başında hiçbir şey öğrenemez. Hem de psikolojisi bozulur. Okulda 10 dakika teneffüste koşup gelen çocuk bile enerjisini atamamışken evde kalan çocuk biriken enerjisini nasıl atacak?

Ailelerin öncelikle çocukların ruh sağlığını ve beden sağlığını düşünerek eğitimde öğreneceği bilgiyi ikinci plana atması gerekiyor. Çok ısrarcı olmaması gerekiyor. Bilgiye çocuk her zaman ulaşır. Önemli olan çocukların bu salgını sağlıklı atlatabilmesi. Eğitimde 1 yıl kaybetmek, 1 yılın bilgilerini kaybetmek sorun yaratmaz. Ama 1 yılda çocuğumuzun ruhunda, bedeninde açacağımız yaralar onlara verilecek hasar kapanması zor hasarlar olur.

-Ailelerin ortak şikayeti şu: Çocuğu dersin başına oturtamıyoruz!

H.B: Büyük insanlar oturmaktan sıkılırken çocuklar da elbette sıkılacak. Çocuğun hareket etme imkanı sağlanması lazım. Biriken enerjiyi boşaltması derse daha rahat oturmasını sağlar. Bu bir rutine biner.

-Aileler ne yapmalı sizce?

H.B: Aileler çocuklarının sağlığını kendi evlerinin düzenine feda etmesin. Çocuğun sağlığını, gelişimini, psikolojisini evin temizliğine, düzenine feda etmesinler. Çocuğun oyuncakları dağınık kalabilir, oyuncaklarıyla oynamak için bir alanı işgal edebilir, balkonu kullanabilir… Çiçek ektirsinler çocuklara. Balkonlarda çiçekleri olsun. Ekrana bağımlı yapacaklarına doğaya dikkatlerini çektirsinler. Pencereden gökyüzünü izle ve değişikleri not et deseler çok faydaları olur. Çocukça notlar onun ilgisini ve dikkatini geliştirecektir. Penceresinden sokak görünüyorsa sokağı, bahçeyi anlattırsınlar. Bunları öğretmenler de isteyebilirler. Farkındalıklarını artırırız, sorumluluk duygusunu artırır. Böyle şeylerle bu pandemi sürecini olumluya döndürmek zorundayız. Ev işlerinde çocukların kendilerine yardım etmesini istesinler mesela. Çocukların yapabileceği ev işlerini birlikte yapsınlar.

-Sokağa çıkma yasağını, hastalığı çocuklara nasıl anlatmak lazım.

H.B: Çok samimi şekilde salgının ne olduğunu, nasıl bulaştığını, neden evde kalması gerektiğini anlatmak lazım. Korkular yaratmadan en sade şekilde, en doğru şekilde anlatmak lazım. Zaten çocukların beklentisi gerçekleri bilmektir. Kendilerinden bir şeylerin gizlenmesinden rahatsız olurlar. Bir de çocuklar kural da ister. Kurallar sıkar derler ama planlı yaşamayı öğretmek zorundayız.

Bu süreçte öğretmenlere çok iş düşüyor. Her çocuğa elini, tebessümünü ekrandan da olsa ulaştırması çok önemlidir.

-Öğretmenler olağanüstü döneme uyum sağlayabildiler mi?

H.B: Hepsi özveriyle ayak uydurmaya çalışıyorlar. Teknolojik bilgi eksikliği, materyal eksikliği onları kısıtlıyor. Tamamlamışlardır sanıyorum. Oğlundan, gelininden, eşinden destek aldı o cihazları kullanmayı öğrendi.

-Bu süreçte bakanlıktan sınıftaki öğretmene kadar uzanan hiyerarşik düzende uyumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Eğitim camiası iyi organize olabildi mi?

H.B: Türkiye’de eğitim politikasının bakanlıktan okullara ulaşmasında zaten sorunlar vardı bu pandemi döneminde de bu aksaklıklar teknolojik aksaklıklar olarak devam etti. En önemlisi öğretmen eğitimindeki eksiklik. Çok başarılı, özverili arkadaşlarımızın yanı sıra bunu bir iş olarak görenler var. Herhangi bir iş gibi görenler var. Oysaki öğretmenlik yürek işi. Öğretmenlik özveri işi. Sevgi işi. Bunları başaracak insanların bu meslekte olması önemli. Öğretmenin, öğretmen eğitimi veren kurumlarda o misyonla yetiştirilmesi gerekirdi. Ben de öğretmen olma bilinciyle gitmedim Adana Öğretmen Okulu’na. Ama orada öyle bir eğitim aldım ki ben mezun olduğumda tam anlamıyla öğretmendim. Öğretmenlerimiz bizi hep siz öğretmen olacaksınız bilinciyle yetiştirdi. Her şey öğretmenlikle o kadar özdeşleştirilmişti ki öğretmenlik dışında bir bakış açısıyla bakamazdınız.

-Şimdi öyle değil mi eğitim fakültelerinde?

H.B: Eğitim fakültelerinde, sınıfa hiç girmemiş, sınıf ortamını bilmeyen öğretim elamanları ders veriyor. Öğretmenleri onlar yetiştiriyor. Asla okulu, sınıfı, mahalleyi, köyü bilmeyen insanlar eğitim veriyor. Sınıfını tanımayan öğretmen, sınıfı yönetemez. Yani öğrencisini tanımak zorunda öğretmen. Her öğrencinin ailesini, ev ortamını bilmek zorunda.

-Bu şu an için de geçerli değil mi? Uzaktan eğitim de olsa öğrenciyi tanıması gerekir mi?

H.B: Her zaman. Çocuğun hangi ortamda olduğunu bilmeniz lazım. Çocuğun nereden geldiğini bilmeniz lazım.

-Süreci nasıl görüyorsunuz? Bu yıl böyle kapanır mı?

H.B: Bu yıl böyle kapanacak. Önümüzdeki yıl öğretmenlerimizin işi zor. Çocukları yeniden sınıf ortamına adapte etmeleri gerekecek. Sabırlı olmalarını ben onlara öğütleyeceğim. Çocuklar yeniden sonra sınıfa girdiklerinde, uzun zamandır bir arada olmadıkları arkadaşlarıyla sohbet etmeleri, bağırmaları çağırmaları öğretmenin 3 problem çözdürmesinden daha faydalı olacak. Onun için öğretmenlerin sabırlı olması lazım. Çocuklara kaybettikleri zamandaki iletişimi, özlemi gidermeleri için fırsat tanımaları lazım.

-Bunlar öğretmenlerin alacağı bireysel tedbirler. Genel olarak bakanlık ne yapacak. 2 yıl aradan sonra hiçbir şey olmamış gibi aynı şekilde müfredata, ders sistemine devam mı edilmeli yoksa MEB bir geçiş dönemi oluşturmalı mı?

H.B: Bir geçiş dönemi mutlaka yapılması gerekecek. Ders saatlerinin biraz kısaltılıp teneffüslerin uzatılması gerekecek o ilk dönemde. Örneğin 20 dakika ders, 20 dakika teneffüs olabilir. Bu zamanla 3 dakika, 5 dakika kısalabilir. Çocuklara sabırlı davranılması gerekecek. O süre öğretmenler için de önemli. Bir geçiş dönemi verilmesi lazım. Öğretmenlerin çocuklardan hemen çok şey beklememesi lazım. Müfredatta geriye dönerek dersleri işlemek lazım.

Her çocuğun aynı seviyede olmadığını bilmek lazım. Çocuğu tanımak ve çocuğa göre davranmak lazım. Eğitim öğretimin en temel ilkesi çocuğa görelik ilkesidir. Her çocuğun geldiği sosyal ortamı farklı. Özel okulda öğretmenin yaptığını Siteler Mahallesi’ndeki öğretmen yapamaz. Aynı şeyleri isteyemez çocuktan.

-Merkezi sınav olmasın diyen bir kesim var…  Sınav konusunda neler söylersiniz?

H.B: Bence bu dönemi her çocuğu sınava tabi tutmadan bir üst sınıfa taşıyıp o üst sınıfta da bir önceki yılın tekrarlarıyla öğrendiklerini ve yeni öğreneceklerini harmanlayarak gidilmeli diye düşünüyorum. Bu yılın bilgi kaybı önemli değil. Önemli olan bu çocukları ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı şekilde bir sonraki yıla aktarabilmek.  Üçüncü sınıftan dördüncü sınıfa geçen çocuklar için bir hazır bulunuşluk sınavı yapılır, çocukların eksikleri belirlenir, çalışmalar ona göre planlanır. Üçüncü ve dördüncü sınıf konuları birlikte götürülür.

-Bakanlık bunu yapar mı? O ışığı görüyor musunuz?

H.B: Bakanlık hakim çevrelerin yapılmasını istediğini yapar Türkiye’de. Bakanlığın yapması gereken şeyi yapması pek nadirdir. Bizim öğretmenlerimizin bireysel çabasına bağlı bu iş. Okul müdürlerinin bakış açısının geniş olması lazım. Öğretmenin, okul idarecisinin aşağıdan yukarıya doğru iyi olması öğrencinin kurtulmasını sağlayacak. Yukardan yenilik yapın denilse bile, bunun yapılması için yukardan destek gelmez. Yine iş öğretmenlerimizin özverisine, bilgisine bağlı.

 

 

Kendi anlatımıyla Hafize Bilgenoğlu

 

Doğduğum kent olan Tarsus’ta başlayan meslek hayatımı 1975 yılından itibaren Mersin’de öğretmenlik ve yöneticilik yaparak sürdürdüm. Bu yıllarda katıldığım seminer ve konferanslarda “Tam Öğrenme” ve” Eğitime Farklı Bakış Açıları” konularındaki bildirilerimi sundum.

“Çocuklar Neden Matematikten Korkar?” ve “Matematiği Seven Çocuklar” konulu çalışmalarımı değişik ortam ve okullardaki meslektaşlarımla paylaştım. “Çocuk ve Resim”, “Çocuk ve Müzik” konulu araştırma ve çalışmalarımı Milli Eğitim Müdürlüğü’nün talepleriyle ilkokul öğretmenlerine bir dizi konferansla aktardım.

Başarılı ve mutlu çocuk yetiştirme konusunda meslektaşlarıma ve öğrenci velilerine destek oldum. Bu konuda seminerler verdim. Eğitimde farklı projeler geliştirmeyi ve fark yaratmayı ilke edindim. Uzun yıllar yöneticiliğini yaptığım Palmiye Kolejinde ekip arkadaşlarımla başarılı bir dönemin sonunda okulun Doğa Koleji’ne geçiş sürecini yönettim. Daha sonra İstanbul’da DOĞA KOLEJLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNDE çalıştım, öğretmenlere ve yönetici adaylarına seminerler verdim.

Değişik zamanlarda il çapında ve ulusal çapta sürdürülen yetişkinlerin okuma-yazma çalışmalarında gönüllü koordinatörlük, öğretmen eğitimi, kursların denetimi, gibi görevler aldım. UNICEF’in göç alan ve göç veren illerde kadınların, çocukların eğitimi ve kadınların istihdamı projesinde çalıştım. KANAL33 Televizyonunda yetişkinler için okuma yazma dersleri verdim.

Dezavantajlı çevrelerin çocuklarını Mersin’in kültür ve sanat olanaklarından yararlandırmak için çalışmalar yaptım. Yaptığım çalışmalarla Milli Eğitim Müdürlüğü’nden, Sivil Toplum Kuruluşlarından teşekkür plaketleri ve ödüller aldım; aldığımı en büyük ödül, okul yıllarını mutlulukla hatırlayan öğrencilerimin mutluluğudur.

2013-2014 yılında tam zamanlı çalışmayı bırakarak eğitim ve yönetici danışmanlığına başladım, yurt dışında 0 - 7 yaş arlığındaki çocukların eğitiminde öne çıkan yaygın eğitim modellerini araştırdım. Bu yaş çocukların eğitiminde çok önemli olan sağ beyin yarı küresini geliştirici atölye çalışmalarını Mersinlilerle buluşturmaya karar vererek ‘KÜÇÜKLER AKADEMİ’Yİ kurdum. Her zaman dünyada çocukların eğitiminde önemli olan ve öne çıkan konuları takip ederek bu konularda eğitim çalışmaları yapılmasında öncülük etmeyi şiar edindim. Amerika ve İngiltere’de okullarda ders olarak müfredata konulan “bilgisayar kod yazımı” eğitimini eş zamanlı olarak ‘KÜÇÜKLER AKADEMİ’DE çocuklar ve gençler için verilmesini sağladım.

Resmi yöneticilik görevimi sürdürürken hiçbir sivil toplum kuruluşunun üyesi olmadan hepsine eşit uzaklıkta kalarak birlikte proje üretmeye özen gösterdim.

Halen İçel Sanat Kulübü yönetim kurulu üyesi, Akdeniz Opera ve Bale Kulübü aktif üyesi, Mersin Uluslararası Müzik Festivali yürütme kurulunda STK’larla iş birliği konusunda çalışmalarımı sürdürürken, iletişim, farkındalık ve motivasyon eğitimleri vermeye de devam ediyorum.

Eğitim alanındaki bilgi ve birikimlerimi bir sosyal sorumluk projesi anlayışıyla ve gönüllü olarak sınavlara hazırlanan öğrencilere eğitim danışmanlığı, mesleğe yeni başlayan öğretmenlere de mentörlük yaparak değerlendirmekteyim.