“Tepeler bile kalmamış” | Güney Gazetesi Mersin

“Tepeler bile kalmamış”

“Tepeler bile kalmamış”


 

ABİDİN YAĞMUR

 

Mersin Nükleer Karşıtı Platform Bileşenleri, Japonya’nın Fukuşima şehrinde yaşanan nükleer facianın onuncu yıldönümünde Gülnar ilçesindeki Akkuyu Nükleer Santrali önünde açıklama yapmak istemişti. Jandarma nükleer karşıtlarını santral sahasına yaklaştırmadı ancak göstericiler santral sahasına yakın bir mevkide açıklamalarını yaptı.

Mersin’in tanınmış çevre aktivistlerinden Dr. Ful Uğurhan da gösterici grup arasındaydı. Uzun yıllardır Nükleer Karşıtı Platform içinde mücadele eden Uğurhan, Akkuyu’ya son gidişince gördüklerini, yıllar önce gördükleriyle karşılaştırarak değerlendirdi.

 

“ESKİDEN YANIMIZDA OLAN HALK ŞİMDİ PENCEREDEN İZLİYOR”

 

2018 yılında ilk reaktörün temelinin atıldığından bu yana bölgeye ilk kez gittiğini anlatan Uğurhan, “Elbette ki artık ortada ne Akkuyu diye bir yer ne de Akkuyulular kalmıştı. Sadece komutanın çocuğumuz yaşındaki askerleri üzerimize yönlendirdiği ve güya korkutmak için coplarla kalkana vurarak çıkartılan takır tukur seslere postal rap rarplarının eşlik ettiği anı pencereden izleyen birkaç yöre insanı gördüm.  Ve o an şunu düşündüm: Hayatları boyunca hiç kullanmayacakları çantaların, elbiselerin, elektrikli aletlerin satıldığı AVM dükkanlarının vitrinlerini aydınlatmak için cayır cayır yanacak elektrik için güzelim yurtlarından oldular” ifadelerini kullandı.

 

“YÖRE HALKI VOTKA İÇEN RUSLARA NE DİYOR?

 

Geçmiş yıllarda bahar aylarında Akkuyu’ya adım atar atmaz çiçekleri artık dökülmeye yüz tutmuş badem ağaçlarını, mimozaları gördüklerini, o yıllarda ortalıkta bir kaç yöre insanından başka kimsenin olmadığını ifade eden Uğurhan, bugünlerde Akkuyu’da görülen manzarayı şöyle özetledi:

“11 Mart 2021 günü daha araçtan iner inmez inanılmaz bir uğultu, vızır vızır geçen kamyonlar, iş makinaları, dev borular , kornalar tam bir keşmekeşin içine düştük. Karşıya baktığımızda, eskiden yemyeşil olan tepelerin tıraşlandığını hatta tepelerin bile kalmamış olduğunu gördük. Ortalık toz toprak içindeydi. Hekim olduğumdan olacak, maskelerin kapadığı yüzlerde iyice ortaya çıkan gözlerin çoğunun çapaklandığını gördüm. Eh bu kadar tozun toprağın içinde başkası beklenmezdi. Su almak için girdiğimiz marketin tabelasında Rusça yazılar gördüm. Suriye’den yoğun göçün başladığı ilk zamanlarda Mersin’deki pek çok işletmenin tabelalarında Arapça yazılar vardı, bir süre sonra hepsi kaldırılmıştı. Bir an Ruslara torpil geçmişler herhalde diye düşündüm. Akkuyu’ya nükleer santral lisansının verildiği 1976 yılından bu yana bölgede yaşayan halk büyük bir çaresizliğe mahkum bırakıldı. Ama son 10-15 yıl öncesine kadar nükleer santral karşıtı mücadelede çoğunlukla bizimle birlikteydiler. Ancak her zaman ve her yerde karşılaştığımız gibi içlerinden bazıları çıkar uğruna idari erkten yana oldular, hem köylüyü hem bizi sindirmeye çalıştılar.  Bu tip insanlar sürekli olarak çevrecilerin Akkuyu’ya gelip sahilde bira içtikleriyle, küpeli oluşlarıyla, Türk bayrağı taşımadıklarıyla ilgili kara propaganda yapıp köylüyle aramızı açıyordu. O gün aklıma geldi votka içmeyi seven Ruslarla ne yapıyorlar, onlara da karışıyorlar mı acaba diye? Sonradan öğrendim kaymakamlığa sürekli şikayet ediyorlarmış. Ama nafile, artık orası kendilerinin değil ne acı ki başka bir ülkenin etkisi altında.”