“Şiir anlaşılmak, yorumlanmak ister” | Güney Gazetesi Mersin

“Şiir anlaşılmak, yorumlanmak ister”

Mersin’de yaşayan Şair Dürdane Sarı, Şafak Yıldızı ve Yüreğimden Damlayanlar isimli şiir kitaplarıyla okurlarla buluştu. Yörük çadırından edebiyata uzanan serüveni ile ilgili konuştuğumuz Şair, “Şiir anlaşılmak ister, yorumlanmak ister. Beğenilmek ister, bir de okuyanın şiire odaklanması gerekir. Elinize bir roman alırsınız saatlerce aklınız başka yerdedir ama okudum sanırsınız, bir yerde bir bağlantı kurarsınız konuyu kavramaya çalışırsınız. Halbuki şiirin her satırı ayrı anlam yüklüdür, birini anlamazsanız manası değişiverir” ifadelerini kullandı.

“Şiir anlaşılmak, yorumlanmak ister”


ELVAN KONUK

 

Silifke’nin Kırağıbucağı mahallesinde 1958 yılında kara çadırda doğan Dürdane Sarı, Yörük geleneklerine göre büyümüş. İlkokulu bitirinceye kadar isli budak ve gaz lambası ışığında ders çalışan Sarı, zorluklar içinde okuyarak Anaokulu öğretmeni olmuş. Bir yanda hayvan güderek, ekin harman işleriyle ilgilenerek ailesine yardımcı olan Sarı, diğer yandan Atatürk devrimlerin ışığında eğitim hayatını tamamladığından söz etti.  Şair Dürdane Sarı ile yazma yolculuğu ve edebiyat üzerine konuştuk.

               

Yazma yolculuğunuz nasıl başladı?

D.S: İlkokula başlayınca ya kadar kalemim defterim olmadı. Keçileri güderken elime bir çöp alır, kırmızı toprağın üzerine kendimce bireyler çizer ondan da çok zevk alırdım.  Okula başlayınca babam bizim için aldığı kursun kalemi adeta üstüme zimmetlercesine, "sakın kaleminizi kaybetmeyin lüzumsuz yazarak bitirmeyin yoksa yenisini alamam" diye tembihlerdi. Köyümüzde bakkal da yoktu kalem defter alacak. Bende kalemi çaresiz dikkatli kullanmak zorundaydım. Kalemin ucu kırılmasın diye jiletle açardık kütleşen kalemin ucunu. Ortaokulda da aynısı oldu. Ailemden ayrı kalıyordum, kalem silgi alacak cep harçlığım olmadığından kalemim kaybolmasın, çabuk tükenmesin diye çok tedbirli olmak zorundaydım. Ekmek alacak param olmayınca gün boyu aç kaldığım çok günlerim oldu, kaleme, deftere, kitaba verecek para yoktu. Dolayısıyla yazma zevkim ve alışkanlıklarım çok olmadı ve belki de bu yüzden gelişmedi. Ama okumayı çok seviyordum. Fakat elimin altında ders kitaplarının dışında kitabım da olmadı. Lisede arkadaşlarımdan emanet alarak sayılı kitap dışında ona da erişemiyordum. Kitap okuma açlığımı hep bastırmaya çalıştım.

Öğretmen olunca elime geçen paranın dörtte biriyle kitap almaya başladım. Yaşım ilerledikçe yazmaya zaman ayırmadığımı çok geç farkettim. Zaten o kadar çok çalıştım ki sadece uykuya yetecek kadar zamanım oldu. Yıllar yıllar sonra öğretmen okulu arkadaşlarımla bir WhatsApp grubu kurduk. Bu arada Okul müdürümüz çocuk psikoloğu Sema Ulcay hocamda bize katıldı, aradan 45 sene geçmiş ama hocam beni hiç mi hiç unutmamış. 45 yıl sonra ilk telefon konuşmamızda dediği “Sevgili öğrencim hayat hikayeni yazıyor musun?” oldu. Ben, "Hocam neden öyle dediniz hayatımın neyini yazayım ki” deyince, “Ben senin hayat hikayeni Robert kolejinde öğrencilerime ders konusu yapıyordum.  Sen bir Yörük aileden geliyorsun, kara çadırda doğmuş, ne büyük zor şartlarda büyümüş ve okumuş buralara kadar gelmişsin, ailene ve topluma örnek bir birey olmuşsun, kendini küçümsemeye asla hakkın yok. Kendin yazamıyorsan çağır bir yazarı sen hayat hikayeni anlat o yazsın” dedi.

Biz hocamla gruptan hariç ayrıca yarışıyoruz. Kendi aramızda yazışırken bir gün Ankara'da Tıp fakültesinde okuyan küçük kızım “Anne Ataol Behramoğlu Mersin’e geliyormuş şiir dinletisi varmış kaçırma, sen seversin sanatı "diye yazınca bende WhatsAppta yine bir akşam yazışmamız sırasında Sema hocama Ataol Behramoğlu'nun şiir dinletisinden bahsettim. “Sakın gitmemezlik etme” dedi. Bende şiir dinletisinin olduğu gün Silifke'nin 24 kilometre yukarısında Kırağıbucağı köyünden Behramoğlu'nu izlemeye ve dinlemeye gittim. Hakikaten Ataol Behramoğlu’nu nasıl içten dinledimse o günden sonra şiir yazmaya başladım. Yazdığım her şiirimi arkadaşlarım ve hocamla olan 1975’liler grubumuzda paylaşmaya başladım. Zaten eşim vefat etmiş içim kanıyor, yanıyor, duygularım öylesine dolu ki o günden sonra şiir yazmak bana çok iyi geldi.  Hocamın ve arkadaşlarımın teşvikleri beni sonunda şair etti iyi mi?

 

Yazmak için özel bir mekâna ortama veya birçok yazar gibi ilhama ihtiyaç duyuyor musunuz?

D.S: Evet, yazmak için özel bir mekan olmasa da, ortam çok önemli, dinginlik çok önemli. Gezmek ve gezerken etrafımdaki bir kelebek bir çiçek bir ağaç ilham verebiliyor. İlham olmazsa şiir yazmak katıksız kuru ekmek yer gibi bir şey, tat almıyorum, kuru yavan oluyor şiirin içeriği. Vücudum ve beynim yorgunsa asla yazamıyorum. Örneğin depremden çok etkilendim. Aşırı hassasiyet ve üzüntü yazmama engel oldu. Aşırı duygusal bir kişiliğe sahibim. Karşımda bir çocuk ağlasa ağlarım. Aşırı empati kuruyorum o da bana zarar veriyor doğal olarak.

 

Kitaplarınızdan bahseder misiniz? Eserlerinizde öne çıkan temalar nelerdir?

D.S: Bir kitaba sığacak kadar şiir biriktirince muhterem Sema hocam “Dürdane yazdıkların kağıt üzerinde kalmasın artık kitaplaştır” diye ısrar edince bende kitabım olsun istedim. Tabi kitap bastırmak epeyce emek ister, okuyucuya ulaştırmak ayrı emek.

Biricik ağabeyimin kayınvalidesi rahmetli Fatma teyzem bana hep şafak yıldızım diye seslenirdi, adımı asla söylemezdi. O sebepten ilk kitabımın adını “Şafak Yıldızı” koydum. İkinci kitabımın adını "Yüreğimden Damlayanlar" koydum.  Her bir şiirim gerçekten yüreğimden kopmuş gelmiş gibi. Şiirlerimin konusu daha ziyade doğa ile barışık lirik şiirler. Günlük olayların içinde haksızlıklar üzerine yazdıklarım var. Ben aşk şiirleri yazamam. Eşim vefat ettikten sonra başladığım için şiir yazmaya, aşk şiiri yazarsam sanki ona ihanet ediyormuşum hissi veriyor bana. Kendime göre bir tarz oluşturdum galiba. Arada özel günler için yazdığım kahramanlık şiirleri de oluyor.

 

Ülkemizde en az okunan edebiyat dalının başında şiir geliyor ve şiir kitabı çıkarmak cesaret istiyor. Sizi teşvik eden nedir?

D.S: Evet günümüzde en az okunan edebiyat dalı şiir. Ancak millet şiir kitabı okumuyor diye şiir yazılmasın mı? Tabi herkes bir Nazım Hikmet olamaz ya da bir Ataol Behramoğlu. Olsun mutlaka bir şiir sever çıkar, yeter ki kitap eline geçsin. Bizim ailede de var şiiri sevmeyen. Şiir anlaşılmak ister, yorumlanmak ister. Beğenilmek ister, bir de okuyanın şiire odaklanması gerekir. Elinize bir roman alırsınız saatlerce aklınız başka yerdedir ama okudum sanırsınız, bir yerde bir bağlantı kurarsınız konuyu kavramaya çalışırsınız. Halbuki şiirin her satırı ayrı anlam yüklüdür, birini anlamazsanız manası değişiverir.

Cesaret başka bir şey ve o bende fazlasıyla var. Zaten parayla satmak gibi bir çabam yok. Birde benim şiirlerimi ilk okul çocuğu bile okuyunca anlar. Yalın ve sade yazıyorum.  Birkaç yıldır biliyorsunuz araya bir pandemi girdi, onunla beraber ekonomi yayından çıktı. Kitap basmak maddi olarak çok maliyet oluşturdu. Normalde üçüncü kitabımı basacak kadar birikmiş şiirlerim var. Belki de asıl bu birikenler kitaplaştırılmaydı diye düşündüğüm de olmuyor değil. Mademki yazdım, yazdıklarımı isteyen şiir sevenler okusun isterim. Bir de yazdıklarımı çocuklar da okursa belki onları da şiir yazmaya heveslendirmiş olurum düşüncesindeyim.

 

Yeni kitap projeleriniz olacak mı?

D.S: Elbette yeni kitap projem var. Hani sohbetin en başında yazma fikrini İstanbul'da çok değerli Müdürüm, muhterem hocamın bana "neden hayatını yazmıyorsun" dediğini söylemiştim ya, işte hem hocama sözüm var. Hem de gerçekten bizim kuşağın yaşadığı ve ancak hızla değişime uğrayarak yok olmak üzere olan Toros yörüklerin yaşam tarzlarını ilerde çocuklarımızın okuyarak, yörükler hakkında bilgi sahibi olmaları açısından kendi otobiyografimi iki bölüm halinde kitaplaştırmak istiyorum. İlk anımsadığım anılarından başlayarak liseyi bitirinceye kadarki anılarımı birinci kitapta, liseden sonraki yine aklımda kalan anılarımı hayatın bana dayattıklarını ikinci kitapta toplamak istiyorum. Birinci kitabın yazımı bitmek üzere belki sonbahara hazır olur. İşyerim olduğu için yazmaya zamanım fazla olmuyor, sorumluluklarım var, işin özünde zamanı iyi kullanamamak da var.  Velhasıl her şeyin hayırlısı.