RÖPORTAJ: NECDET CANARAN
BEYAZ GİYME TOZ OLUR
Yağmurlu bir gündü. Telefonum zırzırlandı: “Ma-zin-de bir tarih yatar, yaşa Fenerbahçe!”
Postacı kapıyı iki kez çalarmış, çalsın iki gözüm, çalsın be emmioğlu itirazım yok ama benim telefonum işte hep bu marşla çalar: Yaşa Fenerbahçe!
-Buyurun benim!
-Canaran Bey, ben Gülcan Kış. Nasılsınız?
Detaya girmeyeyim, hoşbeş… Saat verdi, adresi söyledi. Randevulaştık.
Yağmurlu bir gündü…
*
Sözüm vardı, “Seni en son MÖ ceketli, kravatlı görmüşler baba.” deyip beni makaraya saran kızıma… Sözüm vardı.
Pandora’nın kutusunu açtım, kılıç gibi ütülü ceketimi çıkardım. Çeyiz sandığımı açtım, jilet gibi ama solgun gömleğimi çıkarıp kuşandım. On bir yıl sonra… Kravat zaten kayıp, olur da bulursam 11 yıl sonra…
Yağmurlu bir gündü…
*
Türkiye’de 86 bin Gülcan varmış. 84 milyonda 86 bin Gülcan. Biri tam da karşımdaydı. Hem “GÜL” hem “CAN”
Yağmurlu bir gündü…
*
Şurası kesin ve net: Kürsüde konuştuğu gibi konuşuyor…Makineli tüfek gibi konuşuyor… Soluk almadan konuşuyor... Birbiri ardına, ara vermeden konuşuyor… Sözcüklere hâkim, kendinden emin ve güçlü.
Şurası kesin ve net: Yüce Meclis’in belki de en şık vekili.
Şurası kesin ve net: Mavi ona çok yakışıyor! Bir de beyaz çok yakışıyor ama beyazın adı çıkmış bir kere: Beyaz giyme toz olur.
Giriş faslı nihavent. Elbette nihavent.
Yağmurlu bir gündü…
*
Gülcan Kış’ı, yedi kapıya sordum öğrendim. Tam yedi kapıya…
Malatyalı. İkizceli. On üç kardeşin 12 numarası. İnşaat Mühendisi. Aile şirketinde yönetici. Meslek örgütünde idareci. Girişimci. İş kadını. Belediye Meclis üyesi, Başkan Vekili. İşiyle evli. Çiçeği burnunda CHP Mersin Milletvekili. Adı hem “GÜL” hem de “CAN.”
Sonra o yedi kapıdan dönüp hem “GÜL” hem “CAN”a sordum: Yemek yapmasını biliyor musun?
Yağmurlu bir gündü… “Yağmur yağıyor, seller akıyor, Arap kızı camdan bakıyor.” bir cümle kurdu. Orta alanda top çevirdi, yan pas yaptı, dar alanda kısa paslaştı. (Bize Mersinli derler. Yer miyiz bu lafları!) Daha pas yaparken anladım. Bilmediğini anladım. O da anladığımı anladı. “Her vekilin bir kusuru olur” demişler. Gülcan Vekil yemek yapmasını bilmiyor. Dahası ve vahim olanı yemek yapmasını bilmediğini bilmiyor!
İspatlasın, yedi kapıya “Vişneli Tayfır” dağıtacağım. Helva niyetine.
Yağmurlu bir gündü…
*
Mahmut Hoca’yı bilirsiniz... Hababam’ın disiplinli, otoriter müdürü. Saklım gizlim yok, nedense Gülcan Kış hep öyle ve şöyle bir ön yargı bırakmıştı bende: Sert, uzak, mesafeli ve kibar yazı yazmak istediğimden lafı iskeleye şöyle yanaştırayım: Sıcak karşıtı!
Daha ilk dakikalarda golü yedim ters köşeden, yanıldığımı anladım. Ön yargımda çuvalladığımı anladım.
Yağmurlu bir gündü…
*
“Aslanın dişisi, erkeği olmaz…”
Böyle ferman etmiş Mamo Baba.
De haydi, “İlkbahar, yaz, Gülcan Kış.”
De haydi yolcu yolunda gerek. “Aslanın erkeği, dişisi olmaz.” Yolcu kalmasın. Teker dönüyor.
Yağmurlu bir gündü…
Soracağım çok soru var. Gözünüzü korkutmasın?
Ben sorulardan korkmam.
Adınızın anlamını biliyor musunuz?
Anlamından çok adımı niye koyduklarını sormuştum, ‘Nereden çıktı bu Gülcan Kış’ ismi diye? Annem, ‘Senin doğduğun dönemlerde Gülcan Opel diye bir sanatçı vardı, çok severek dinlerdik’ dedi. Sonra halam, Gülcan olsun demiş, o da kızına Gülcan ismini koymuş. Gül ve can yani.
“Gül gibi güzel, gül gibi canlı” demekmiş… Malatya doğumlusunuz. Son M’den emin değilim ama sizin hayatınızda “5 M” var gibi gözüküyor: Malatya, Mersin, Millet, Meclis, Mutfak. Bunları bana cümle içinde kullanabilir misiniz?
Malatyalı olmaktan büyük bir onur ve gurur duyuyorum. Mersin’e 1992 yılında geldim. Üniversite mezuniyetimden sonra.
Malatya’ya gitseniz kaybolmazsınız yani…
Yok, mümkün değil. Diyaloğumu hiç koparmadım. Her zaman bende ayrı bir yeri ve önemi vardır Malatya’mın. Çünkü beni Mersin’de iyi şeyler yapmaya hazırlayan Malatya’dır, Malatya’da yaşadıklarımdır. Ben el bebek gül bebek büyüyen, yediği önünde yemediği arkasında hani böyle cam fanusta büyüyen bir görüntü veriyorum karşıya, aslında öyle değil.
Ben de öyle görüyorum. Nedir öyle olmayan görüntü?
Benim de her Malatyalı çocuk gibi Malatya’nın toprağında, suyunda, çamurunda oynamış, mahallede büyümüş çocukluğum var. Hafta sonları köye giden, kuzenleriyle iç içe yaşayan, yaz aylarını köyde geçiren çocukluğum…
Bir gün her şeyi bırakacak olsanız, başınızı alıp gidecek bir köyünüz var yani…
Tabii ki köyümüz var.
Benim de var, Kadıköy. Sizin köyünüzün bir adı var mı?
İkizce. Hâlâ gidip geliriz. Bağımızı koparmadık. Kalabalık bir ailenin çocuğuyum. On üç kardeşiz. Ben on iki numarayım. Okul hayatımda çok hırslı bir öğrenciydim. Birinci olmadığı zaman dünyası başına yıkılan bir öğrenci…
Siz sınıfta en ön sırada oturan tiplerdensiniz, anladım.
Kesinlikle. Şimdi düşünüyorum da o yaşlarda yaşamam gerekenlerden geri kalmışım. Benim için önemli olan neyse bütün enerjimi oraya harcıyorum. Çocukluğumdan beri böyle gelmiş. Lise hayatımda da öyle oldum. İyi bir lisede okumadım. Malatya Gazi Lisesi’nde okudum.
Adı çok özel, güzel, önemli ve kıymetli…
Çok güzel ama bizi üniversitede iyi yerlere hazırlayacak bir kadroyla okumadık. Bazı önemli derslerimiz boş geçerdi. İngilizce mesela şu an en büyük eksikliğini hissettiğim şey. Tabandan hazırlığımız yok bizim. Dershanede kendimi geliştirerek sınava girdim. Tercih aşamasında bana rehberlik edecek bir ortam oluşmamıştı. Yanlış tercih yaptım, aldığım puanın 20 puan gerisindeki üniversiteye girdim. Çukurova Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünü iyi bir dereceyle bitirdim.
ODTÜ’de okumayı arzu ederdim. Hafta sonlarında her zaman Mersin’e geldim. Arkadaşlarla gezip dolaşmak değil de aile şirketimizde, ağabeylerimin yanında, ticareti yakından tanımak, çalışmak, kendimi hazırlama noktasına zaman ayırdım. ODTÜ’de master yapma hayalim vardı. Ağabeylerim toplu konutta iş almıştı. ‘Gülcan, bu işi yürütecek bir mühendise ihtiyacımız var. Dışarıdan aramayalım. Bu işi bitir sonra gider master yaparsın’ dedi. ODTÜ’ye master yapmaya gidemedim, iş hayatına çok hızlı daldım. Yoğun mesai yaptım. Detaylı çalıştım. ‘Pişman mısınız?’ derseniz, evet. ODTÜ’de master yapmak hep hayalimdi, eksik kaldı. ODTÜ’ye ayıracağım zamanda çok başka şeyler kazandım. Aktif iş hayatında okulda öğrenemeyeceğiniz, pratikte göremeyeceğiniz deneyimleri aile şirketinde kazandım.
Ne oldu da hayatınızda yeni bir sayfa açtınız, siyasete atıldınız?
Bile isteye değil, tamamen tesadüf oldu. 1994 yılında İnşaat Mühendisleri Odası yönetimine girdim. O dönemde Yenişehir Belediye Başkanlığına aday olacak meslektaşım ısrarla ‘Seni meclis listemde görmek istiyorum’ diye bir teklifle geldi (İbrahim Genç) Siyaset, her zaman iş dünyası için risk teşkil eder. ‘Siyasetle işim olmaz’ dedim ama ailemle de konuştum. ‘İnşaat Mühendisleri Odasındaki çizgin belli. Yolun belli. Amaç memlekete hizmet etmekse bunu meclis üyesi olarak da yapabilirsin’ deyip bana yumuşak bir geçiş yaptırdılar. Beni ikna ettiler açıkçası. Meclis üyeliğini kabul ettim. Ön seçime girdim, seçildim.
Bazen büyük sözü dinlemek gerekiyor.
Gerekiyor tabii ama risk alacak yaşta değildim. İş hayatında çok iyi olmak istiyordum, okulda olduğum gibi iyi olmak istiyordum. Siyasete girdim ama işimi hiçbir zaman bırakmadım. 15 yıl Yenişehir Belediyesinde Meclis Üyeliği yaptım. Yaparken de ‘sıradan’ yapmadım. Her zaman ‘başkan vekili’ olarak görev yaptım. İmar komisyonlarında başkanlık yaptım. Bütçede çalıştım. Hassasiyetle çalıştım. Kendi özel işimde nasıl dikkatli davranıyorsam siyasette aldığım görevlerde de hep dikkatle yürüdüm. Bu da bana şunu kazandırdı: Üç dönemin sonunda ciddi anlamda güzel bir teklif geldi. Yenişehir Belediye Başkanlığı Adaylığı… O noktada o gün etik olmayan bazı şeyler vardı. Kabul etmememi gerektiren etik değerler. Siyasette her zaman her şey makam, yetki değildir. Ben öyle düşünenlerdenim. O gün vereceğim karar beni hayatım boyunca bağlayacak bir karar olacaktı. O gün ben başkan vekiliydim ve mevcut belediye başkanımız adaylığı için Ankara’da uğraşıyordu. Bana bu teklif gelince etik olarak uygun görmedim. Kabul etseydim altın tepside sunulmuş bir başkanlıktı o dönemde.
Adınızı milletvekili adayı listesinde gördüğümde şaşırdım. Yerel siyasette iddia sahibi biri olduğunuzu düşünüyordum. Vekillik nereden çıktı? Vahap Seçer’in seslendirdiği kadın aday profiline de tıpatıp uyan birisiniz aslında.
Vahap Başkanla 4 buçuk yıl Büyükşehir Belediyesinde çalıştım. İyi ki de çalıştım. Bu süre 15 yılda kazandığım deneyimin çarpı 5’i diyebilirim.
Vahap Seçer okuldur diyorsunuz, doğru mu anlıyorum?
Akademidir diyorum. Bunu her platformda söylerim. Üniversite okudum, 4 yıl inşaat mühendisliği diploması aldım. Ama 4 buçuk yıl Vahap Beyle çalışarak ‘siyaset diploması’ aldığımı, iyi bir dereceyle aldığımı düşünüyorum.
(Biraz da muzipçe sordum) Vahap Bey ODTÜ mü yani?
ODTÜ sayılır. ODTÜ ayarındadır, çok kıymetlidir benim için. Bana milletvekili adaylığı başvurusunda bulunduğum gün bunları sorsaydınız, bu kadar hissederek söylemeyebilirdim. Ankara’ya parlamentoya gittiğimde hiç zorlanmadan adaptasyon sağlamamı sağlayan Vahap Beyle geçirdiğim bu 4 buçuk yılmış. Çok kıymetli. Birçok yeni vekilimiz bana şunu soruyor: İkinci döneminiz mi? Çalışma şeklimi görüyorlar. İşe adaptasyonumu görüyorlar, performansıma göre herkes benim vekillikte ikinci dönemim olduğunu düşünüyor.
Mecliste konuşurken izledim kürsüde çok rahatsınız. Burada da sözcükleri makineli tüfek gibi sıralıyorsunuz.
Konuya hâkimiyetiniz varsa o heyecanı yaşamazsınız. Hâkim olmadığınız konularda telaş oluşur. İşte o zamanlarda kürsüye çıkmam. İyi hazırlık yaparım. İyi ders çalışanlardanım. ‘Çıktım, ağzıma geleni konuştum’ tarzı yok bende. Spontane de konuşsam, öncesinde hazırlığı olur. Mutlaka beyinde muhakemesi yapılır. Çünkü ağzınızdan çıkan her söz sizi bağlar. Bu nedenle hep dikkatli olmuşumdur. Ağzımdan çıkmayana kadar benim değil çıktıktan sonra benimdir artık.
Necdet Bey, ben sıradan birinin başkan vekilliğini yapmadım. Hiç kolay değildi onu söyleyeyim.
Vahap Başkan sevinecektir işittiğinde bu sözleri.
Şöyle, arkadaşlarımız da bilir. Ben Gülcan Kış olarak da davet ediliyordum ama Vahap Seçer’i temsilen, vekâleten gittiğimde durum çok başka. Onun sorumluluğu. Ama şu mutluluğu da yaşıyorum, onun yokluğunu hissettirmemenin mutluluğunu. Vahap Bey orada olsa zaten sorun yok. Vahap Bey yoksa onun yokluğunu hissettirmemiş olmanın bilinciyle hep oradaydım.
Daha önce tanışıyor muydunuz?
Tanışmıyorduk. Vahap Bey iki dönem milletvekilimizdi. Milletvekilleriyle nerede karşılaşırsınız? Düğünde, cenazede. Hani oturup uzun uzun sohbet etmişliğimiz yoktu. İnsan tanımada, izlemede çok güzel bilgiler topluyor Vahap Bey. Kim olduğunuzu çok iyi biliyor. Kimi, nerede, nasıl değerlendireceğini çok iyi biliyor. Bu konudaki deneyimi benim için çok değerli. Vahap Beyle siyaset, belediyecilik yapmamıştım. Belediyecilik çok hassas. Bugüne kadar hep temiz anıldık bundan sonra da iyi anılmamız lazımdı. Kendi içimde hep şunu söylüyordum: Çalışmaya başlarım sonra duruma bakarız. Neyse göreve başladık, seçimi aldık. Vahap Bey mazbatasını aldı. Komisyonları oluşturdu. Beni İmar Komisyonuna verdi. En netameli komisyondur.
Herkes o komisyona girmek ister. Giren de çıkmak istemez!
Mesleğim gereği, deneyim olarak orada olmam gerekiyordu. Vahap Bey onların da görev bölümünü iyi yapar. Beni İmar Komisyonuna yazdığı zaman gittim, teşekkür ettim. ‘Benden ne bekliyorsunuz?’ dedim. Bana bir cümle etti: Ne vatandaşın hakkını yiyeceksiniz ne de kamuyu zarar uğratacaksınız. ‘Başkan, ben alacağımı aldım, teşekkür ederim’ dedim, çıktım. O gün çalışmaya karar verdim Vahap Beyle. Devam etme kararı aldım o gün. Ben bu başkanla çok iyi çalışırım, çok iyi işlere imza atarız. Çünkü benim çalışmamdaki hassasiyet de budur. O günden bugüne sağ olsun beni onore etti, başkan vekili olarak görevlendirdi. Toplantılarda görevlendirdi. Bu da beni farkında olmadan bazı yerlere hazırladı. Milletvekilliği nereden çıktı diye sormuştunuz ya hani…
Vekil olmanızı Vahap Beyin sağladığı konuşuluyor.
Benim artık ya milletvekilliği ya belediye başkanlığı sürecine adım atmam lazımdı. On dokuz buçuk yıl yerel yönetim deneyimi, sivil toplum deneyimi, iş dünyası deneyimi…
Doğru bir öncelik miydi, zamanlaması doğru muydu?
Şu an için çok doğru bir öncelik olduğunu düşünüyorum. Bu kadar yerel yönetim deneyimini parlamentoyla taçlandırmam lazımdı. Ve bunu oraya gittiğimde, çok daha doğru bir karar vermiş olduğumu anladım. Biz tek başımıza yol almıyoruz. Ben siyasi bir ekibin parçasıyım.
Çok sesliliğe inanıyorsunuz…
Elbette. Masanın etrafında oturanlara güvenirim. Herkesle oturmam. Oturduğum kişiyle ciddi anlamda aidiyet duygusunda ve tam vericilikle yol alırım. Bütün enerjimi harcarım, yeter ki inanayım. İnandığım yerde olurum. İnanmadığım yerde kimse beni göremez.
Net konuşuyorsunuz. Siyasetçilerde pek alıştığımız bir dil değil bu dil. Hep böyle miydiniz?
Hayatım boyunca hep böyleydi. Hep açık konuşurum. Hiç zararını görmedim. Milletvekili olduktan sonra şu durumla çok karşılaştım: Ya Gülcan’da ne değişti? Hangi hareketinden sonra ne oldu? Bu makama geldi, bu makam onu değiştirecek mi? Herkes çok şaşkınlık içerisinde. Sonuçta bizi makamlar var etmiyor.
Mevki, makam şuydu buydu beş para etmez. Başkaları tarafından verilmiştir. Hamamda çırılçıplak insan kalır.
Şunun hayatımda üstüme oturmasını hiç istemem. Oturduğum koltuk beni var etsin, asla istemem. Oturduğum koltuğa nasıl değer katarım, ona bakarım. O koltuk bugün var, yarın yok. Ben şu anda bu koltukta sizinle bu sohbeti yapabiliyorsam bu koltuk gittiğinde de yapabilmeliyim. Benim en büyük sermayem insan biriktirmiş olmamdır. Hiç farkında olmadan çok güzel insanlar biriktirmişim. Bunu bilerek yapıyor olsam bu kadar insan biriktiremezdim. Benim fıtratımda bu var. İnsan seviyorum ben. Ama her insanı değil.
Meclisin en şık birkaç vekilinden birisiniz ve hatta en şık vekili.
Teşekkür ederim. Şimdi sorumluluk yüklüyorsunuz bana.
En şık vekile kadın siyasetçi olmanın zorluklarını sorsam…
Bulunduğunuz makamda gereğini yapıyorsanız bir zorluk yaşamazsınız diye düşünüyorum. Kendinizi ifade ettiğinizde, bulunduğunuz yerin tam anlamıyla hakkını verdiğinizde kimsenin kadınlarla yarışabileceğini düşünmüyorum. Milletvekili yemin töreninden sonra genel başkanımızı ziyaret edip teşekkür ettim. Mersin’in 25 yıl aradan sonra ilk kadın vekiliyim ben CHP’de. Seçilebilir bir yerden, ikinci sıradan aday gösterilmiş olmam çok kıymetli. Çalışmama gerek yoktu ama ben 13’üncü sıradaki vekil adayı gibi canla başla çalıştım. Çok ciddi bir kampanya yürüttüm.
Sadece kadın olduğum için burada değilim. Bir kadın olarak bulunduğum yerde, kendimi var ederken ya da bulunduğum koltuğun hakkını vermeye çalışırken birilerinin gerisinde kaldığımı düşünmüyorum. Siz işinizi doğru yaptığınız zaman kadın ya da erkek olduğunuza bakmıyorlar. Ama maalesef Türkiye atmosferinde, yaşadığımız coğrafyada her zaman erkek egemen bir ortam oluşmuştur. Siyasette de öyledir, iş dünyasında da. Giderek de artıyor. İş hayatına baktığımda şöyle bir avantajım vardı, aile şirketinde çalışıyordum. Orada ciddi hamleler yaparak, ciddi işler başardık. İş hayatınızda da kadınlığınızı kullanmıyorsunuz. İşinizde başarıya odaklanıyorsunuz. Benim fıtratımda hep bu oldu. İşime odaklanıyorum. Ve ‘en iyi nasıl olabilir?’ ona bakıyorum.
Kadın olmak zor mu Türkiye’de?
Verilen hakların eşit şartlarda pay edilememesi noktasında zorluklar yaşanabiliyor. Genel anlamda baktığımızda, ülke siyasetinde kadınların yavaş yavaş gelebilecekleri noktadan hak ettikleri davranışı görmeme noktasına doğru gidiyor. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması… Kadını koruyan yasaların sessizce el altından kaldırılması… Kadını eve kapatmak gibi bir politikanın varlığı… AKP iktidarının yaptığı şeyler. Çok ciddi sıkıntılar var.
Barınma sorunu, kira meselesi… Emekliler, hayat pahalılığı, işsizlik, mutsuz kitleler, umutsuz gençler… Öyle çok sorun var... “Keşke” demek ne zaman işe yaradı ki şimdi yarasın ama yine de “Keşke” deseniz mesela şu anda hangi konuda konuşmak istemezdiniz? “İyi ki”leriniz nedir?
Sorun konuşmak istemezdim. Ben ‘çözüm ve öneri konusunda daha iyi ne yapabiliriz?’ bunu konuşmak isterdim ama yaşadığımız sıkıntılar maalesef bunları konuşturtuyor. Her kesime gittim, gidiyorum bir parantez açayım, gençler çok umutsuz. Gelecek kaygısı yaşıyor. Yaşanan ekonomik zorluklar, alınan siyasi kararlar. Hem gençlerimizi hem toplumu ciddi anlamda sıkıntıya sokuyor.
Ev sahibi kiracı sorunları her gün manşet olmaya başladı. Ki bunu öngördüm ben. Üniversite öğrencilerinin barınma sorunu yaşayacağını öngörerek araştırma önergesi verdim. Öğrencilerimizin barınma sorunundan dolayı istedikleri üniversitelerde okumaya gidemeyeceklerini, en ucuz hangi ilde okurum diye bir yönelime gireceğini ön görerek bir araştırma önergesi verdik. Ama maalesef hâlâ öyle gidiyor. İktidarın bu konuda bir çözüm bulmak gibi bir derdi yok. Tahliye davaları başladı. Bugün yarın kapının önüne konulmuş aileler göreceğiz. Çok sık göreceğiz, çok ciddi davalar sonuçlandı.
Mecliste 19 Ekim’de bir konuşma yaptınız. Mersin milletvekillerine seslenip şöyle dediniz: Mersinliler bizden çözüm bekliyor. İktidar ya da muhalefet milletvekilleri olarak değil, Mersin milletvekilleri olarak Cumhuriyetin 100'üncü yılına yakışır bir kent için uzlaşı, birlik ve beraberlik içerisinde yol alalım, sorunların değil, çözümün parçası olalım. Bu sesleniş karşılık buldu mu?
Mersin’in sorunlarına çözüm bulabilmek adına herkes partisinin rozetini bir kenara bırakıp ortak paydamız Mersin için bir masada oturmayı bilebilmeliyiz. Ben bu daveti yaptım.
Oturabildiniz mi?
Henüz değil. Neden diyeceksiniz? Parlamento açıldıktan bir buçuk ay sonra tatile girdi. Her partinin kongreleri, seçim çalışması başladı. Bir araya gelemedik. Bu yasama yılında hepsiyle olmasa da vekillerimizle görüştüm. Konuya uzak duran kimse yok. Yakın zamanda şunu Mersin’de yapmayı planlıyorum: Aynı masa etrafında toplanmayı. Bu Mersin’de bir ilk olacak, çok kıymetli.
Gazetedeki bir yazımda şöyle yazmıştım… Renkleri karıştırdığım olur: Ayva sarı, nar kırmızı, Ahmet Yeşil mesela… Mevsimleri karıştırdığım da çok olur: İlkbahar, yaz, Gülcan Kış mesela. Bu benzetme biraz konuşuldu. Kızdınız mı?
Hayır, kızmadım. Orada bir şeyi anlatmaya çalıştığınızı düşündüm. Hatta arkadaşlarla da paylaştım, sizi iyi tanıyanlara sordum.
Vahap Beyin yanında akademiyi bitirince araştırmacı da oldunuz araştırdınız, soruşturdunuz yani…
Tabii ki. Benimle ilgili bir yazı yazılıyorsa orada duyarsız kalmam. Hangi duyguyla yazıldığını öğrenmek isterim. ‘Necdet Bey bunu yazıyorsa mutlaka bir şey için yazmıştır’, dedim. Bir şey anlatmaya çalışıyordur. Güzeldi, teşekkür ederim.
Nelere kızarsınız?
Haksızlık, hayatımda ciddi anlamda önem verdiğim konuların başında gelir. Kim olursa olsun, haksızlık tahammül sınırlarımın dışındadır. Adalet duygum çok yüksektir, insani duygum çok yüksektir. Bunu karşıdan da beklerim. Ama maalesef ki ortam buna çok müsait değil. Çok da üzülmüşümdür. Biraz önce de söyledim. İnsan seviyorum ben. Bazen insanın ağzındakiyle kafasındakinin aynı olup olmadığını ayırt edemiyorum. Hani insanların beyninde başka bir şey vardır ağzında başka bir şey. Ki bununla siyasi ortamda çok kez yüzleşiyorsunuz. Ama ben öyle değilim, öyle olmayacağım da. Herkesin hayal ettiği, hasret kaldığı farklı bir profil çizmeye çalışıyorum.
Çok üzüldünüz mü, üzdüler mi sizi?
Üzüldüğüm noktalar çok oldu. Hayal kırıklıklarım çok oldu. ‘Ya bunu hak etmemiştim.’ diyorsunuz. Ama bu olgunlaştırıyor sizi. Öyle bir noktaya geliyorsunuz ki zarar verebilecek veya sizinle ilgili olumsuz düşünecek atmosfere girmiyor, dikkatli oluyorsunuz.
Peki o hâlde, bu soruya dikkatli cevap verin. Siyaset para kazanma yeri mi?
Ben öyle yaklaşmıyorum. Siyaset para kazanma yeri değil, hizmet etme yeridir. Bu, gönüllük esasına göre yapılır. Kimse bizi zorlamıyor bu görevi yapmamız için. Tekrar edeyim, siyaset hizmet yeridir, para kazanma yeri olmadığını düşünenlerdenim.
Özel bir soru sorabilir miyim. Evlilik?
‘Nasip’ diyelim.
Kadın vurgusunu çok işittim konuşmanızda. Bu yaşıma geldim kadın denen meçhulü hâlâ anlayamadım.
Psikanalizin babası Freud mesela kadını “Karanlık Kıta” şeklinde niteler.
Fransız psikanalist Jacques Lacan mesela “Kadın bilinemez, belirlenemez” der. Erkekler bu karanlık kıtayı neden keşfedemez?
Aslında birilerinin keşfetmesine gerek yok. Birini keşfetmek demek onu yok saymak, ‘o yoktu ben keşfettim’ demektir. Ben ona katılmıyorum.
Hangisine?
Keşfetmeye. Kimse keşfedilmek için yaşamaz.
Anlamak diye tadil edeyim soruyu o hâlde.
Anlamak olabilir.
Erkekler kadınları neden anlayamıyor? Hepsi olmasa da büyük çoğunluğu…
Kadının gücüne inananlardanım. Kadın, kafasına koyduğu şeyin her şekilde mücadelesini verir. Mücadeleci bir yapısı vardır. Bu doğurganlığıyla alakalı bir durumdur. Kadın yeter ki o işi yapmaya niyetlensin. Kendini oraya odaklasın. Ciddi anlamda o işi sonuçlandırır. Kadının mücadeleci yapısı, Anadolu topraklarında büyümesi ve coğrafyamız çok kıymetli bizim. Feodal yapıda büyüyoruz. Kendimizi var etme mücadelesi gösteriyoruz. Ben mesela ‘Doğu’ kökenli bir ailede büyüdüm. Erkek ve kız çocuklarının olduğu. (Gülcan Vekil cevap veriyormuş gibi yapıp topu ceza sahasından uzak tutmayı yeğledi. Soru kandil gibi asılı duruyor: Erkekler kadınları neden anlayamıyor?)
Kaç kardeşsiniz?
Beş erkek, sekiz kız.
Çoğunluktasınız.
Evet ama Malatya kültürünün yaşadığını biz de ailede yaşadık. Baba olayı evde çok başkaydı. Baba eve girdi mi bütün düzen ona göre olurdu. Onun etrafında dönerdi dünya. O kültürde ne derseniz deyin erkek çocuğa daha ayrı yaklaşılırdı. Ama ailenin kız çocuğu olarak ben de eşittim. Belki erkek kardeşlerin verdiği mücadeleden daha fazla mücadele veriyorsunuz. O açığı kapatıyorsunuz. Bu konularda yeniliğe açık bir aileyiz. Biz bunu çok kısa sürede tolere ettik. Üniversiteye gittiğimde, babama erkek ağırlıklı bir sınıfta okuduğumu söylemiştim. ‘Ben kızıma güveniyorum’ dedi babam. Halbuki ben onu sormamıştım. Sonra siyasete girmem teklifi geldiğinde ‘Baba’ dedim, ‘böyle böyle bir durum var...’ Biz karar verirken tamamen özgür irademizi kullanırız, baskı hiçbir zaman olmadı ailemizde. Her birey özgür karar alır ama paylaşır. Gittim babama ‘Böyle bir teklif var. İzin almak istiyorum’ dedim. Babam çocuklarını çok iyi izler. ‘Kızım’ dedi ‘Aslanın dişisi, erkeği olmaz. Yolun açık olsun.’ O söz benim hayatımda çok önemli bir dönüm noktası oldu. O yüzden hep aslan olarak yol aldım, dişi ya da erkek olarak değil.
Biraz da Mersin’i, Büyükşehir Belediyesi’ni anlatın. Dikkatli konuşun Vahap Başkan kızmasın sonra.
Vahap Başkanı kızdıracak bir şey yok. Vahap Başkana övgü yağdırırız. Mersin’in kaderini değiştirdi. Çok net söylüyorum.
Ben de çok net soruyorum: Ne yaptı da Mersin’in kaderini değiştirdi?
Bu sadece teknik hizmetlerle değil. Mersin’e huzur geldi. Akdeniz ilçesini de gördüm, Yenişehir’i de.
Akdeniz Belediye Başkanı Sayın Mustafa Gültak da “Akdeniz’e huzuru biz getirdik” diyor…
Onun getirdiği huzurun boyutuna bakmak lazım. Bunu sahadan geri bildirimlerle almak lazım. Söylemle değil.
Soru net: Vahap Başkan ne yaptı da Mersin’e huzur getirdi?
Kimseyi ayırt etmedi, ötekileştirmedi, her yere eşit hizmet götürdü. Göçlerle büyüyen bir kent Mersin. Hâlâ göç alıyor. Her etnik kökenden vatandaşımız var burada. Hiçbir zaman ‘Sen şu kökendensin, sen bana oy verdin vermedin’ noktasında ayrım yapmadı. Bu ciddi anlamda herkesin aidiyet duygusuyla ‘ben de bir bireyim, ben de bu kentin parçasıyım’ dediği noktada huzur geldi. Artı, herkesi özel hissettirdi kendine. Örnek veriyorum. Sahili beş yıl öncesinden de bilenlerdenim, bu beş yıllık dönemde de görenlerdenim. Marinaya gidip çay kahve içebilecek maddi ekonomisi uygun olmayan kişiler sahilde belediyenin o konfordaki kafelerinden çok memnun. Kişiye kendisini özel hissettirdiğinizde, ‘Sen de bunu hak ediyorsun’ dediğinizde huzur gelir. Her anne babanın zayıf tarafı evladıdır. Evladın huzuru aileye de yansır. Kadının huzuru evin huzurudur. Kadınlarla ilgili çalışmalarımız var. Kadını eve hapsetmiş boyutta bir Mersin yaşıyoruz. Şu anda kadınlarımızın ev ekonomisine katkı sağlayacak çalışmalar başladı ki bu Meral Hanım (Seçer) sayesinde oldu. Bu küçümsenecek bir şey değil. Ben de kadınım, kadın kadını anlar, gözlerinden anlar.
Biz erkekler anlamıyoruz kadınları nedense. Öküzlük bizde.
E anlatıyoruz işte biz de size. (Gülüşmeler.)
Daha o zaman milletvekili değil meclis üyesiyim. Diş hekimine gittim. Sokağı temizleyen kadınlarımızdan biri vardı belediyeden. Öyle temizlik yapıyor ki sormayın. ‘Kolay gelsin, mutlu musun?’ dedim. Aynen şunu dedi: Bana evin içindeki kayınvalidemin bakışı değişti. Beri horlayan, azarlayan o kayınvalide gitti. Ekonomik olarak güçlendim, şu an en kıymetlisiyim... ‘Siz bize neler yaptınız böyle’ deyip, teşekkür etti. Dedim ki ona, Vahap Başkana teşekkür et. Huzur böyle başlıyor. Vaatlerle olmaz.
Meral Hanımın adı geçmişken sorayım: Aranız nasıl?
‘Hayatıma iyi ki girdi’ diyenlerdenim.
İyi kilerinizi soracaktım. Biri, Meral Hanımmış anladım.
Hanımefendi dediniz mi akla ilk Meral Hanım gelir.
Meral Hanım, yaptığım röportajda çok iyi ‘kuru dolma’ yaptığını söylemişti. Ben de şerh düşüp “Tatmadım ki bileyim” demiştim. O da ‘Sözüm olsun’ demişti. Bekleye bekleye çürüyeceğim. Dolmayı yaptı da hepsini Vahap Bey mi yedi acaba?
Büyük ihtimalle Vahap Bey yemiştir. Meral Hanım hayatta sözünü unutmaz. Doğru zamanı planlıyordur. Bu kadar dikkatli ve detaycıdır. Programlı, rastgele yaşamayan biridir ve Meral Hanınım mutfağı gerçekten çok iyidir.
Sizin için “İki yumurtayı bile kıramaz” diyorlar. Sahi bu kadar mı kötüsünüz mutfakta?
Kıramıyor değilim, ben insanları kırmıyorum ki yumurta kırayım.(Gülüşmeler) İyi şeyleri yemeyi severim. Mutfağa girersem yaparım. Yemek, hayatımdaki önceliklerimden değil, zaten çok yiyen biri değilim. Ama mutfağa girsem yaparım.
Sormam abes ama kulak işitmek istiyor. Gülizar anne iyi yemek yaparmış, öyle işittim.
Annem tüm Malatya yemeklerini çok iyi yapar. Bulgur yemekleri iyidir. Et yemekleri iyidir. Sebze yemekleri iyidir. Kalabalık ailede iyi yemek yapmamak mümkün değil zaten.
Ne zaman bir kadınla konuşsam hep şunu sorarım:
Kadınlara şarkılar, türküler yazmış bir milletiz. Türkümüz var: Mihriban…
Tatlımız var: Dilber Dudağı…
Yemeklerimiz var: Analı kızlı, Kadın Budu…
Sebzemiz var, fasulye: Ayşe Kadın.
Çiçeğimiz var: Hanım Eli…
Barajımız var: Kadıncık.
Bu kadar “var” ve övgü varken kadına yönelik erkek şiddeti neden? Anneler mi yanlış yaptı, erkekler mi yanlış anladı. Yanlış nerede?
Anne ile sınırlandırmamak lazım bunu. Anne ve babadır bu işin içinde olan. Hangi makamda olursanız olun evin kapısından içeri girer girmez evin kadını sizsiniz. Herkesin kendine göre sorumlulukları vardır. Eşitiz olayı mümkün değil. Ama şiddet olayına geldiğinizde onun oraya geliş sebepleri vardır. Geçim derdi mi dersiniz, psikolojik sıkıntılar mı dersiniz, dışarıda yaşananları içeride yansıtma mı dersiniz. Ama bunun dışa vurumu maalesef ki şiddetle oluyor. Neden bizim ülkemizde çok? Çünkü bizim ülkemizde eğitim başlı başına bir sıkıntı. Ailenin eğitemediğini kurumlarımız eğitemiyor. Tamam, aile önem taşıyor ama ailenin iyi eğittiğini de kurumların bozduğunu biliyoruz. Çocuk evindeyken anne babanın kontrolündedir. Çıktıktan sonra artık o kontrol dışında gittiği kurumun vicdanına kalmıştır. Eğitim, eğitim, eğitim şart!
Size her gün kadınlar, anneler ulaşıyordur. Sorunlarını ve beklentilerini dinliyorsunuz. Kadınlar öncelikle ne istiyor?
Bir annenin en zayıf olduğu nokta evladıdır. Anne şunu diyor: Ben evladım adına ülkede rahat bir gelecek göremiyorum... Bir başka annenin mesela beklentisi çok daha başka: Çocuğumun okula giderken montu yok, ayakkabısı yok… ‘Mersin’de iyi eğitim alabileceğimiz okulların sayısını arttırın lütfen’ diyen de var. ‘Yurt dışına gitmesin, burada iş bulsun, kalsın’ diyeni var. Keşke elimizde olsa da sağlayabilsek. Maalesef bu konuların kararları çok duyarsız kişiler tarafından alınıyor. Umarım en kısa zamanda bu yetkiler elimize geçer de bu sorunları çözeriz.
Mersin için önemli bir konu. Havaalanı ne zaman açılacak?
Bugüne kadar 7 bakan eskittik. Mevcut bakan bütçede sunum yaparken ‘2024’ün Ocak ayında açacağız’ dedi. Bende sordum: Bu son kararınız mı? Siz de tarihte yerinizi aldınız. Bilgi geldi. Havaalanının ocak ayında açılması mümkün değil. Ocak ayında tekrar soracağım.
Siyasetçi olduğunuzdan bu yana kaç kişiyle el sıkıştınız?
Sayı veremem ama el sıkışmaktan omuz ve sırt ağrısı yaşamaya başladım. Bende ciddi bir sıkıntı yarattı. Omuzdan başlayan kola kadar inen bir uyuşma.
Kaç kişiyle fotoğraf çektirmişsinizdir?
Sayı veremem, çok. Bilmiyorum.
Bu kaçıncı röportajınız?
Sayı veremem, hiç saymadım.
Size ulaşacağım telefonunuzun sayılarını söyleyin bari. (Gülüşmeler)
Mesleği inşaat mühendisi vekile Türkiye’nin konut sorununu sorsam ne der?
İktidarın asli görevi sosyal konut yapmaktır. Geldiğimiz noktaya baktığımızda ciddi anlamda uçurum var, sosyal konutla lüks konut arasında. Maalesef iktidarın böyle bir zaafiyeti var. TOKİ’ler üzerinden gidiyor. Ve orada sağlıklı sonuçlar elde edemiyor. Vatandaşa da istediği cevabı veremiyor. Konut sıkıntısı her zaman yaşanacak.
Mersin’in en önemli sorunu nedir?
Yarım kalmış projeler bitirilirse Mersin’de sorun kalmayacak. Yeni projelere adım atacak bir ön, açıklık yok. Yıllardır süregelen yapımı bitirilmemiş projeler var. Havaalanı… Taşucu-Çeşmeli Otoyolu. Mersin turizme de aç ayrıca. Türkiye’de olmayan bir sahil var Mersin’de. Mersin’in turizme açılamıyor. Niye? Havaalanı yok. Otoyolları tamamlanmıyor. Bunlar olmayınca da turizmciler burayı cazip bulup yatırım yapmıyor. İktidar Mersin’e fayda sağlayabilecek her projenin önünde engel. Mersin’in yıldızını parlatacak projeler hazırlanıyor, iktidara sunuluyor ama onların işine gelmiyor.
Neden, Mersin’i kazanamadıkları için mi?
Mersin’i cezalandırıyorlar. Hem de fazlasıyla cezalandırıyorlar diyebilirim. Tamamen siyaset yapıyorlar, tamamen siyasi kararlar. Bunun da cezasını Mersin halkı çekiyor. Bir de şu var. Mersin bugüne kadar ciddi anlamda bakan çıkardı. Milletvekilleriyle temsil edildi. İsim söylemeyeceğim ama geneline baktığım zaman Mersin’e çok da zaman ayırmamışlar. Mersin bu ihmali hak etmiyor.
Türkiye’de Gülcan ismini kullanan 86 bin 6 kişi varmış. Karşımda oturan Gülcan’a soruyorum. Sorulmayan ne kaldı. Sorulmasını beklediği fakat sorulmayan?
Hayat sizi bir yere taşıyor. Bazen kendi hedefleriniz doğrultusunda bazen de bulunduğunuz ortam sizi bir yere taşıyor. ‘Geldiğiniz yerde mutlu musunuz, değil misiniz?’ derdim. Veya ‘Acaba dediğiniz oldu mu?’ diye sorardım.
Soruyu kendinize sordunuz, cevabını da verin.
Ben bu işi (milletvekilliği) bu kadar seveceğimi tahmin etmemiştim. Ciddi anlamda çok yoruluyorum. Hayat düzenim çok değişti. Çok planlı, programlı bir hayatım vardı, o düzen altüst oldu. Yemek saatlerim, spor saatlerim, uyku saatim belliydi. Şimdi hepsi darmaduman. Ama günün sonunda ‘bu iş tam da bana göreymiş’ diyorum. Adaylığımı koyduğumda bu kadar keyif alacağımı düşünmemiştim. Keyifle yapıyorum. Sevmediğim işi zaten yapmam. Verimsiz olurum.
Gülcan Kış ne dinler, müzik tercihi?
Halk Müziği de dinlerim. Sanat Müziğini de çok severim.
Çarşıya pazara çıkar mısınız, pazarlık yapar mısınız?
Çarşı pazar dolaşırım. Pazarlık yapmam, gereken yerde yaparım.
Fiyatlar nasıl çarşı pazarda?
Korkunç. Kasada para öderken yüzümü önüme eğiyorum. Kasiyere karşısında ciddi mahcubiyet yaşıyorum. Pazara gittiğimde alışveriş yaptığımda o teyzenin o ürünü oraya getirene dek neler yaşadığını bilen biri olarak ödediğim paranın çok çok altında kaldığını bilir, ezilirim her zaman. Bu ülkenin vatandaşı bunların hak etmedi.
(Soruyu sordum gülmekten kırıldık…) Bir de şu “Vişneli Tayfır” meselesi var, efsane... Meclis lokantasında yediniz mi? Konuşulduğu kadar var mı? Çok mu güzel?
Muhteşem bir tatlı. Mecliste misafirim olmanızı çok arzu ederim.
Renklerle aranız nasıl?
Genelde pastel renkler giyerim. Mavi giydiğim gün başka bir övgü alırım. Beyazın da yakıştığını söylerler.
Türküsü var: Beyaz giyme söz olur. Sever misiniz?
Çok.
Ne kadar sever, ne sıklıkta dinlersiniz?
Sayı veremem. (Kahkahalar)
*
Teşekkür etme zamanı…
Zaman ayıran sayın Gülcan Kış ve röportajı deşifre eden Ekin Canaran güzellikler sizinle olsun, yolunuz güllerle dolsun.
E, SONRA…
De haydi yazı bitti. Dağılın sokaklara, arka sokaklara. Dağılın ki ben de dönebileyim hicran yarama.
“Yol kenarına park etmiş araç sürücüleri; lütfen araçlarınızı bulunduğu yerden kaldırın… 33 bekleme yapma, devam et.” Ki ben kulak vereyim memleketlimiz Ümit Yaşar’a, derman bulayım çaresiz şehirdeki yorgun gönlüme.
Nihavent…
Nefesliler! Kaldırın şarkıyı: Biraz kül, biraz duman… O benim işte.
Özledim, özledim, özledim…