Necdet CANARAN
Şiir nedir, şair nasıl anlatılır?
Fırtınalı suları kulaçlamamın âlemi yok. Boğulurum ben bu denizde. Zira, çünkü, şu sebeple beni en iyi ben bilirim. Kaşığı yapsam sapını denk getiremem. İşte bu sebepten tam da bu sebepten kaşığı yapıp sapını denk getirenlere kulak veririm hep.
Salah Birsel mesela… Demiş ki şiire tarif arayanlara:
“Şiir ne midir? Örneğin maydanoz değildir...”
Abidin Dino mesela…
“Şairlerin gizlerini sofra başında, sokakta ya da yatak odalarında aramak boş, onların sırları şiirlerinde” demiş, “Yazılar” adlı kitabında.
Daha uzatabilirim ama bu kadar yeter. Fırtınalı suları kulaçlamamın âlemi yok. Zira, çünkü, şu sebeple beni en iyi ben bilirim. Boğulurum ben bu denizde.
*
Hep oturmakla olmaz, ayağa kalkmak gerek bazen. Hazır, Özgür Özel ayağa kalkma kapısını aralamışken dalıverdim içeri.
Yakınlarda… Mersin’in orta yeri Ütos’ta bir şair ayağa kalkınca durumdan istifade yanında ayağa kalktım. Ayakta konuştuk. Ayaküstü sordum, ayaküstü dinledim hâliyle.
Tanırsınız onu.
Hiç sınır tanımaz haberlerinden. Gazete yazılarından. Söylediği türkülerden…
Tanırsınız, tanırsınız onu.
Yarıdan biraz az hikâyeci.
Birazdan az sinemacı.
Az biraz YouTuber.
Tıka basa gazeteci.
Biraz “Pazartesi”, biraz “Dar Kafalı mı Ne?” biraz “Yitik Şeyler Evreni.”
Biz ona kısaca, iki kelime, “Reşat Altını” diyoruz. Zaten o da adıyla sanıyla iki kelime: Abidin Yağmur.
*
Bizim mutfağın yani Güney gazetesinin aşçısı, editörü, kardeşim Abidin ilk şiir kitabı “Yitik Şeyler Evreni”ni yakınlarda okurla buluşturdu.
Bilmeyenler için parantez açayım, “Yitik Şeyler Evreni”, yakınlarda İçel Sanat Kulübü Rehber Aydın Ödülü’ne değer görüldü ve Mersin Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığından yayımlandı daha dün daha yeni daha dumanı üstünde.
*
Aşçımızı erken saldık gazeteden. Biz maraba takımı da sayfaları çattık, gazeteyi bağladık, baskıya uğurladık ve etkinlikte ayakta yer kapabilmek için soluğu Üto’s Yeniden Kitap Kafe’de aldık. Ben, Görsel Yönetmenimiz Yücel Dağ, Spor Müdürümüz Hasan Küçük bir eksikle oradayız. Yazı İşleri Müdürümüz Elvan Pehlivan’ı internetti, sosyal medyaydı şuydu buydu gibi iletişim ağımızın aç oğlu aç sayfalarına haber yüklemesi için gazetede nöbetçi bıraktık.
*
Ütopya’dan tanış olduğum Behiye Çetin, Mersin’in tam orta yerinde, insanların sadece midelerine değil beyinlerine de hitap eden saklı bir dünya yaratmış: Üto’s Yeniden Kitap Kafe.
Bu saklı dünyada yeri göğü insan almış. Üşenmeyip saydım tam 88 bin 282 kişiyiz. Hayır, yanlış okumadınız ben de yanlış saymadım. Tamı tamına 88 bin 282 kişiyiz. Buyurun ispatı: Sıkı Abidin Yağmur hayranı 46 okur artı Mehtap Apartmanı yönetici yardımcısı seçiminde 9 oy alan Necdet Canaran artı son yerel seçimde 88 bin 227 oy alarak Yenişehir ve Büyükşehir Belediyesi Meclis üyesi seçilen Ayşe Aydoğan. İster alt alta ister yan yana toplayın. Etti: 88 bin 282.
(Aç parantez: Selamlaştık ama kalabalığı yarıp ulaşamadığımdan Ayşe Aydoğan hanımefendiye gecikmiş bir teşekkürü buradan ileteyim. Bizi gazetede ziyaret ederken getirdiği, üzerine bolca nar tanesi boca edilmiş aşurenin lezzeti fevkaladenin fevkindeydi. Yakında, eli kulağında ziyaretimize eli boş gelenleri de ifşa edeceğim, artık böyle!)
*
Bu fakir, sayımdı, ıslak imzalı tutanaktı, falandı filandı uğraşıp dururken bir de ne görsün Abidin Yağmur, ayağa dikilmiş, elinde mikrofon zamanlar üzerine kelam ediyor.
Şair altıya bölmüş zamanı: Jeolojik Zaman, Biyolojik zaman, Antropolojik Zaman, Sosyolojik Zaman.
“İyi de birader altıya bölmüş dedin, dört dilim saydın” demeyin hemen.
Jeolojik zamanın öncesine bir de Uzaysal Zamanı ekledi, etti beş.
Altıncı zamanı onun sözcüklerinden işitelim: “Ben demiyorum, bütün kutsal kitaplar ve bilim insanları diyor; eninde sonunda kıyamet kopacak, Güneş’in de Dünya’nın da miadı dolacak, biz yok olacağız ama zaman devam edecek.
Şu hâlde sosyolojik zamanın sonuna da bir uzaysal zaman ekleyelim, etti altı.”
*
Şairin kankasıdır. Etkinliği videoya çeken Muharrem Çağatay’ın kulağını usulca çekip fısıldadım:
- Kaş göz et şu kankana da sadede gelsin.
Muharrem, sağ işaret ve baş parmağıyla sol kulağının kepçesini çekip işaret fişeği saçınca şairimiz sadede geldi:
“Sanat dalları hep sosyolojik zamanı yani bizim içinde olduğumuz zamanı anlatabilir. 10 bin yıl geri de gitsen, 10 bin yıl ileri de gitsen romanda, hikâyede, sinemada, müzikte, tiyatroda anlatabileceğin zaman sosyolojik zaman… Şiir öyle değil. Şair, jeolojik zamanda da çıkar yolculuğa, sosyolojik zamanda da çıkar. Dolanır durur zamanlar arasında. Hani Coşkuni diyor ya bir şiirinde: Dolandık durduk da dünya boş iken / Denizler üstünde kara yoğ iken/Adem’in aklında hece yoğ iken/Söz diye aleme saldılar bizi…
*
Bu sözleri takiben salonun harareti arttı, alkışın bini bir paraya karıştı. Ben de fırsat bu fırsat kalabalıktan sıyrılıp sahneye karıştım.
21 şiirle şair olmuş, -hadi buradan açık edeyim edebi çevrelerde Coşkuni mahlasıyla iz bırakan- meslektaşıma bir söyleşide sarfettiği sözleri hatırlattım:
“Şiir niye sevdiğinizi bilmeden sevmektir. Şiiri akarsu, şairi akarsuların geçtiği coğrafyalardaki uzantı olarak görüyorum.”
Sordum hâliyle. Hangi akarsularda yıkandın, hangi coğrafyalarda kimlerle yüzdün?
-Nazım Hikmet bizim pirimiz... Her Türk şairi gibi ondan etkilendim. Sait Faik’in hikâyelerindeki tınıdan etkilendim. Behçet Necatigil, Hasan Hüseyin’den etkilendim. Şair Adnan Yücel ile hem Adana Yapı Sanat Merkezinde hem Mersin Çınar gazetesinde birkaç kez şiir üzerine konuşma fırsatım olmuştu. Onun mitolojiye olan ilgisi dikkatimi çekerdi. Birkaç şiirimi ilk kez ona okutmuştum. Yorum yapmamıştı. ‘Şiir işte’ demişti. ‘Sen oldu dediğin anda şiir olmuştur’ demişti. Onun o cümlesi bana hep rehber oldu. Önce kendimi ikna etmek istedim. 20 yıl sonra ikna oldum ve şiirleri gün yüzüne çıkardım.
*
Sevdiğim bir yazarın bahsi geçince bir daha sordum hâliyle. Sait Faik, “Şiir seven kişi kötü olamaz. Şiir seven kişi cinayet minayet işlemez” der.
Çevreci gazeteci, şair Abidin’e desem ki mesela:
-Yalnız ve güzel ülkemizde şehircilik adına çevre meselelerinde mesela birçok cinayet izliyoruz. Şu hâlde yalnız ve güzel ülkemizi, şehirlerimizi yönetmişler, yönetenler şiir sevmiyor diye bir sonuç çıkartabilir miyiz?
Güldüm o da güldü.
Güldüğünde anladım.
Sol işaret ve baş parmağıyla sağ kulağının kepçesini çektiğinde anladım.
Zaman dilimlerini tekrar saydığımda anladım: Jeolojik Zaman, Biyolojik Zaman, Antropolojik Zaman, Sosyolojik Zaman, Jeolojik Zaman, Uzaysal Zaman. Altı.
İşaretsel Zaman. Etti yedi.
*
E, sonra!
Söyleşi bitti. Şair gitti. Şair ne kadar gitse de bizde kalandı:
“… sen İstanbul görmüş bir mavi tren
ben demirdi, kömürdü yük çekmiş bir kara tren
sen Ankara’yı bilirsin, Eskişehir’i, İzmir’i
ben bir Sivas’ı bilirim, bir Divriği eh biraz da Mersin’i
hani demem o ki oldu da buluştuk diyelim
tadı kaçmış ağzımızda bunca pastan sonra
hangi şehrin istasyonuna yakışır biri mavi, biri kara
iki tren vagonu
galiba buluşamayız.”
ABİDİN YAĞMUR
1979 yılında Sivas’ta doğdu. İlkokul ve ortaokulu bu şehirde okudu.
1995 yılında ailesiyle Mersin’e yerleşti. Aynı yıl Mersin İletişim Lisesine girdi. 1998’de bu okuldan mezun oldu.
2002 yılında Kocaeli Üniversitesi Kandıra MYO Halkla İlişkiler, 2006 yılında Anadolu Üniversitesi AÖF İşletme, 2024 yılında Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Tv Sinema Bölümünden mezun oldu.
Mersin’de, 1998 yılında başladığı gazetecilikte çeşitli kademelerde çalıştı.
Yüksel gazetesi, Çınar gazetesi, İmece gazetesi, Haberci gazetesi ve Güney gazetesinde görev yaptı.
Cumhuriyet, Birgün, Taz (Almanya), Yeşil Gazete’de serbest muhabir olarak çalıştı.
Aktif gazeteciliğe ve yazarlığa Güney gazetesinde ve Artı Gerçek’te devam ediyor.
Pazartesi adlı öykü kitabı ile Ben Dar Kafalı mıyım Neyim? Adlı deneme kitabı yayınlandı.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Spor Yazarları Derneği, Mersin Gazeteciler Cemiyeti, Balıkesir Yenigün gazetesi, Evrensel gazetesi, İçel Sanat Kulübü, Mersin Sanat Edebiyat Derneği gibi kurumlarca farklı tarihlerde düzenlenen haber, yazı, öykü, şiir yarışmalarında 14 ödül aldı.
Gazeteci Esra Şasi Yağmur ile evli. Jiyan Eylül ve Bejan Ekin’in babasıdır.