Enflasyon ekonomik bir gösterge mi, politik bir tercih mi? | Güney Gazetesi Mersin

Enflasyon ekonomik bir gösterge mi, politik bir tercih mi?

Enflasyon ekonomik bir gösterge mi, politik bir tercih mi?


Metin ALTIOK - İdil SABAHGİL

Giriş: Enflasyon Sinsi Bir Düşman

Cebinizdeki paranın her geçen gün biraz daha eridiğini hissedebiliyor musunuz? Market raflarında fiyatlar yükselirken maaşlar yerinde sayıyor, alım gücü ise düşüyor. İşte tam da bu noktada karşımıza ekonomik sistemin en sinsi ve en güçlü politik araçlarından biri olan “enflasyon’’ çıkıyor. Bir ekonomide tüm mal ve hizmet fiyatlarının genel seviyesindeki sürekli artışlar olarak tanımlanan enflasyon, sadece ekonomik bir terim değil, aynı zamanda milyonlarca insanın günlük yaşamını doğrudan etkileyen bir gerçeklik. Peki, bu artışların arkasında ne var? Fiyatlar neden sürekli yükselir, alım gücümüz neden düşer? Ve en önemlisi bu gidişata nasıl dur denilebilir?

Bu yazıda enflasyonun yalnızca ekonomik bir gösterge değil, aynı zamanda siyasi iktidar tarafından bir politik araç olarak kullanılan tercih sorunu olduğunu ele alacağız. Eğer enflasyon sadece ekonomik dinamiklerle şekillenmiş olsaydı, neden birçok ülkede aynı küresel kriz ortamında bile fiyat istikrarı sağlanırken, bazılarında enflasyon kontrolden çıkıyor? Çünkü enflasyon, hükümetlerin ekonomi politikalarıyla doğrudan bağlantılıdır. Vergi oranları, kamu harcamaları, merkez bankasının bağımsızlığı, dış borçlanma yöntemleri ve hatta seçim ekonomileri vs. Tüm bunlar, enflasyonu belirleyen en önemli faktörler arasında yer alır. Yani enflasyon, siyasi iktidarlar için bir ekonomik araç mı, yoksa kontrol edemedikleri bir kriz midir? Bu soruların cevabı, enflasyonun aynı zamanda politik bir tercih olmasında yatıyor.

Gelişen ekonomilerde enflasyon, hükümetlerin sermaye sınıfının birikim ve karlılık hedefleriyle kısa vadeli popülist politikalar arasında tercih yapmasına sebep olur. Bu durum, para arzının kontrolsüz genişlemesine, döviz kurundaki dalgalanmalara, kamu harcamalarının artmasına ve dolayısıyla enflasyonun yükselmesine neden olur. Enflasyon yükseldiğinde, kişilerin alım gücü azalır, tasarruflar erir ve gelir dağılımındaki adaletsizlik derinleşir.

Enflasyon genellikle bir kriz olarak görülse de, bazı kesimler için önemli fırsatlar sunar. Özellikle yüksek borç yükü yaratan hükümetler için enflasyon, borçların reel değerini azaltan bir araç olabilir. Örneğin, yüksek kamu borçlanma gereği, sabit faizli borçların gerçek maliyetini düşürür ve borç yükünü hafifletir. Benzer şekilde, büyük şirketler ve finansal piyasalar, enflasyonist ortamda geniş spekülatif kazançlar elde edebilir. Özellikle döviz ve emtia piyasalarında faaliyet gösteren firmalar için enflasyon, volatiliteyi artırarak kısa vadeli kazanç fırsatları yaratır. Ancak toplumun orta ve dar gelirli kesimleri için enflasyon, doğrudan hayat pahalılığı anlamına gelir.

 

ENFLASYON EKONOMİK BİR GÖSTERGE

 

Türkiye ekonomisi için Ocak ayı enflasyon oranı aylık % 5.03, yıllık % 42.12 olurken, şubat ayında bu oran bir önceki aya göre %2.27, on iki ay ortalamasına göre %53,83 artış gösterdi. Açıklanan TÜİK verilerine göre her geçen ay artan enflasyon oranları ve hayat pahalılığı karşısında vatandaş olarak ne yapabiliriz? Sorumuzun daha güçlü bir hale geldiğini siz de hissedebiliyor musunuz? Ya da soruyu daha anlaşılır hale getirelim. Düşük zam oranlarına nispeten eriyen maaşlara, artan gıda, elektrik, doğalgaz fiyatlarına ve ev kiralarına karşın, yaklaşan yaz aylarında elektrik kullanımımızı azaltarak veya porsiyonlarımızı küçülterek engel olabilir miyiz? Yani bu konuda ‘herkes kendi evinin önündeki çöpü temizlerse tamamen tertemiz bir mahalleye sahip olunacağı varsayımı geçerli midir?’ sorusu sorulacak olsa mahallenin önüne açılan çöp dolu bir okyanus sorunsalı karşımıza çıkmaktadır. Burada sanki enflasyon sorununu biz yaratmışız da gerekli önlemleri alabilirsek sorunu ortadan kaldırabiliriz gibi algılanıyor. Tabi ki değil. Marx “Ekonomi Politiğin Eleştirisi” nde ekonomik bilinç, bireysel önlemler almaktan çok daha fazlasını gerektirir der. Dolayısıyla herkesin evinin önünü temizlemesi okyanusu sakinleştirmez.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2024 yılına ilişkin Gelir Dağılımı İstatistiklerini bir bülten halinde yayınlamıştır. Söz konusu araştırma yıllardır bütün Türkiye’yi kapsayacak şekilde hane halklarından temsili bir örnek çekilerek düzenli şekilde sürdürülmektedir. Bültende 2015- 2024 arasındaki 10 yıllık döneme ait veriler sunulmaktadır. Cari yılın değeri bir yıl öncesine ait değerle karşılaştırılarak yorum yapılmaktadır. Gelir hesaplamalarında hane halkının gelirleri; hane halkı büyüklüğü ve bileşimi dikkate alınarak “eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert gelirine” dönüştürülmektedir.

TÜİK’in gelir dağılımı istatistiklerine göre, 2014 yılı için ilk %20 yani geliri en düşük dilimin gelirden aldığı pay, tüm gelirin sadece %6,1’lik kısmı olduğu görülmektedir. İkinci %20’lik kısım %10,7 ve sırasıyla diğer %20’lik dilimler 15,2; 21,5 ve 46,5 iken, aynı veriler 2023 yılı için ise sırasıyla 6,3 ; 10,4 ; 14,6 ; 20,7 ; 48,1  olarak açıklanmıştır. 2014 yılından 2023’e kadar geçen 10 yıllık süreçte en yüksek gelir grubunun geliri %46,5 oranından %48,1’e yükselirken; ikinci, üçüncü ve dördüncü %20’lik grubun yani orta gelir grubu olarak adlandırdığımız %60’lık kesimin toplam gelirinin %47,4 den %46,1 azaldığı görülüyor. Türkiye ekonomisinde TÜİK verilerine göre bile en yüksek geliri elde eden kesimin, en düşük gelirli kesime göre 7,6 katına eş değer gelir elde ediyor. Ayrıca nüfusun en yüksek gelire sahip yüzde 10’u, en düşük gelirli yüzde 10’luk kesimden 13 kat daha fazla kazandığını da gösteriyor.

Bu noktada fakirleşen kesim geçinme zorluğu yaşarken, zengin kesimin serveti giderek artıyor. Bu enflasyonist süreçte bir vatandaşın ekmekle doymaya çalışıp, diğerinin yiyeceği yemeğe bir servet ödemeyi istemesi yani orta direk kırılması örneği, orta sınıf dediğimiz kesimin yok oluş hikayesi tam olarak budur. Özellikle pandemi sonrası süreçte konut, sağlık ve eğitim harcamaları enflasyondan daha hızlı artmıştır ve artmaya devam etmektedir. Uzun erimde sürdürülebilir olmayan eğilim orta sınıfların borç yükünü artırmıştır. Peki, ne yapılmak istenmektedir? Orta gelir grubu yoksulluğa doğru evrilirken, vatandaşa sağlanan sosyal yardımların devlet ile vatandaşın “temel vatandaşlık hakkı” olarak yapılanması yerine “siyasi yandaşlık ilkesi”ne göre yürütülmesi toplumu kutuplaştırırken, toplumun siyasi direncini de kırmaktadır.

 

 

 

Pekala hem gelir dağılımında adalet hem de yoksulluk mücadelesinde makro ve mikro ölçekli sorunları tetikleyen bu gelir dağılımındaki bozulma süreci düzeltilebilir mi? Temelde fiyat istikrarını hedefleyen bağımsız bir merkez bankasının, hem siyasi hem de ekonomik bağımsızlığı bulunmalıdır. Bu noktada devlet otorite müdahalesi söz konusu olmadan para politikası araçlarını kontrol edebilir ve fiyat istikrarını sağlayabilir. Ancak burada hükümetin enflasyonu azaltmak için uyguladığı politikaların nasıl bir denge oluşturacağını sorguladığımızda gündemimizde olan ‘’kemer sıkma politikaları’’ güncel uygulamalardan olmuştur. Kısa vadede etkili olacağı düşünülen bu politikalar, gelir dağılımını bozmakta ve bu süre zarfında işsizlik oranını da arttırmaktadır. Ülke gelir dağılımını bir gözümüzün önüne getirelim. Evet, bir kısmımız işsiz kalırken, diğer kısmımız biraz daha zenginleşir, çoğu kısmımız ise daha fazla vergi ödemeye razı olur değil mi? Bu ekonomide ‘’orta direk kırılması’’ olarak ifade edilir. Bu yaklaşımdan hareketle ülkemizdeki sermaye birikimini etkileyen bir siyasi otorite ve merkez bankamız olduğunu söyleyebiliriz. Merkez bankasının bu politik kararı sonunda, enflasyonist süreci düzeltmeye işsiz vatandaşımızın gücü yeter mi sorusunun cevabını mahallemize açılan bir okyanus örneğiyle de pekiştirmiş oluruz. Gelir dağılımı oranlarının, bağımsız bir merkez bankasının farklı para ve maliye politikalarıyla yeniden dağılımına gidilse, enflasyonist olmayan bir sürece geri dönülebilir mi? Tabi ki hayır. Devlet merkez bankası aracığıyla uyguladığı enflasyonist politikalarıyla geliri yeniden dağıtmayı sermaye sınıfının birikim olanaklarını yükseltmek için kullanmayı tercih etmektedir.

 

ENFLASYON POLİTİK BİR TERCİH

 

Sonuç olarak odak noktamız, doğru para ve maliye politikaları uygulanmasına mı yoksa politika yapıcıların aldığı sınıfsal bir tavra mı çevrilmelidir. Enflasyon yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda politik bir tercihtir dememizin sebebi, uygulanan iktisat politikaların, alınan/alınmayan önlemlerin, enflasyonun gidişatını doğrudan belirlediğidir. Nitekim hükümetin mali disiplin ilişkileri, merkez bankalarının bağımsızlığı ve izlenen kemer sıkma politikaları, enflasyonun teknik bir göstergenin ötesinde politik bir araç olarak da kullanılabileceğini göstermektedir. Bugün birçok gelişmekte olan ülke yüksek enflasyon sarmalında kıvranırken, bazı ülkelerin fiyat istikrarını koruyabiliyor olmas,ı sahip olunan ekonomik modellerden ziyade iktidarların, yani yönetim anlayışlarıyla ilgilidir. Peki, enflasyonu gerçekten düşürmeyi amaçlayan bir yönetim anlayışı, kısa vadeli siyasi kazançlardan vazgeçmeye hazır mıdır? İşte bu sorunun çözümü, yalnızca ekonomistlerin değil, herkesin etki alanını da belirleyecektir.