Yasemin TOKLUCU / ÖZEL RÖPORTAJ
Sanatla tanışmanız nasıl oldu?
Genelde çocukluğumdan beri ilgim vardı falan diye başlarlar, fakat benim resim sanatıyla ilk buluşmam ilkokuldan önce başlıyor. İstanbul’dan gelen üst kat komşumuz ressam teyze derdim. Devlet Güzel Sanatlar Galerisine giderken beni yanında götürürdü, bende onlar çalışırken şövalelerin, tuvallerin arasında hoplayıp zıplardım. Birde bahar aylarında evinin balkonunda yağlı boya resim yapardı. Özelikle natürmort resimler yaparken meyve tabağı resimleri hiç kaçırmazdım. Çünkü resim bitince meyve tabağındaki muz ve şeftaliyi bana verirdi, o yüzden resmi bitirmesini dört gözle beklerdim. Bir gün sınıfta bir resim çizdim, kadın ve çocuk resmi nü(çıplak) resim, öğretmenimin eline geçti ve çok kötü dayak yedim. Bu sefer okuldan kesin uzaklaştırma alırım dedim ve öğretmenimle müdürün odasına doğru yol alırken, genç bir bayan öğretmen “ya hocam bu çocuğa ne oldu” dedi. Öğretmenim “yaramazlığı yetmez gibi birde terbiyesizliği başladı” dedi. Öğretmen yaptığım resme baktı ve ‘Bunu sen mi yaptın?’ diye sordu.
Öğretmenimle bir şeyler konuştular sonrasında öğretmenim, ‘Hadi sınıfına git bundan sonra adam gibi resim yap.’ diyerek beni gönderdi. Sonra okulun tüm panoları benim resimlerimle dolmaya başladı. Ortaokulda ki müdürümüz aynı zamanda resim öğretmenimizdi, ilk resim dersinde o keşfetti. Ben Tıp fakültesi okumak istiyordum. Orta 3’te ben fen lisesine gitmek istiyorum dedim. Müdürüm güzel sanatlar okumamı istedi. Zaten adımız çıkmış. Şimdi birde serseri mi olacağız? Aç mı kalacağız? Büyükler o zaman, “Benim oğlum doktor, mühendis olacak” şeklinde kafamıza işlerdi. Ben babama ressam olacağım, sanatçı olacağım diyemezdim. Bir şekilde güzel sanatlar okudum ve bu noktaya geldim.
“ATIN KILLARINDAN FIRÇA YAPARDIM”
“Sanat yapanlar aç kalır” dediniz. Sanat yaptınız, aç mı kaldınız?
Çok sıkıntılar çektim ama hiçbir zaman aç kalmadım. İlk yaptığım resim bir kartpostal resmiydi. Annem terziydi geleni gideni oluyordu. Bir komşumuzun kızı evlenecekti. Resimleri gördü, “Bunları hiç olmazsa eve dekor olarak alırım” dedi. İlk resmi o zamanın parasıyla 50 liraya sattım. O bana çok büyük bir heyecan verdi.
Malzemem olmuyordu, yaratıyordum. Fırçam biterdi, alamazdım. O dönem sokak aralarında at arabalarıyla karpuzcular geçerdi. Anneme onlardan kes derdim. O kıllarla fırça yapardım kendime. Hiç durmadan kendi malzememi yaratarak ara vermeden bugünlere geldim. O zamanlar çektiğim malzeme sıkıntısının getirdiği psikolojik açlıkla depoma şimdilerde malzeme dolduruyorum. Bütün Akdeniz’i dolaşsan malzeme satıcılarında o kadar malzeme bulamazsın. O benim güvencem, yaratıcı özgürlükte malzeme çok önemli. İstediğin gibi araştırıyorsun, soruyorsun, bozuyorsun, çiziyorsun. Malzemem bitti endişesi yok.
“İLHAM GELECEK, İLHAMİ GELECEK DİYE BEKLEMEK OLMAZ”
İlham kaynağı olarak neyi görüyorsunuz?
İlham gelecek, İlhami gelecek diye bir beklentim olmadı. Çünkü sanatın içerisinde konsantrasyon çok önemlidir. Kendini geliştirme, kendine bir şeyler katmak çok önemli. Okuyorsun, araştırıyorsun. Ülkende, çevrende, dünyada neler oluyor gözlemliyorsun. Benim şuan kitaplığımda sanatın her alanıyla ilgili 8 bine yakın kitap var. En büyük zenginliğim, yatırımım kitaplarım. Bunlar sana katkı sağlıyor. Zaten o bilinç, o alt yapı oluştuktan sonra yaratıcılığın beyin kıvrımlarının arasından akıp çıkıyor. Ebeliğini de ellerin yapıyor. Gördüğün bir şey insani olarak seni etkiler. O sana bir ilham kaynağı olabilir. Etrafımızda yaşadığımız dünyada kaynak çok. Yeter ki siz o alt yapınızı donanımlı bir şekle getirin. Bir alt yapı oluşturmazsanız ilhamı da İlhami’yi de çok beklersiniz.
“İPSİZ DEMESİNLER DİYE HALATLAR SANATIMIN BAŞAT UNSURLARI OLDU”
Atölyenize göz gezdirdiğimde eserlerinize yansıyan halat figürlerini görüyorum. Neden halatlar?
Bu yıl sanat yaşamımda 40’ıncı yılı bitiriyorum. Benim sanat yaşamımda dört ana dönem vardır. İlk dönemimi geçiş dönemi olarak adlandırıyorum. Bu dönemdeki çalışmalar; izlenimci, peyzaj natürmorttan oluşuyor. İkinci dönem ise, sosyal, toplumsal içerikli figürler. Üçüncü dönemde daha çok bu topraklarda yaşamış olan uygarlıkların bize bırakmış olduğu kültürel miras üzerinden, geçmişle bugünü buluşturan, bir zamana ve mekana ait değil yapıtın yaşam sürecine sanat objesi olarak kendi içinde semantik diline gereksinim duyduğu çalışmalar.
Son dönem işlerim ise halat ve ipler… Aslında bu iki sembolde, her dönemin içinde az veya çok görülüyordu. Sonrasında sanat anlayışımın başat unsurları olmaya başladılar. Bu dönemde, kendi içinde dokuz dönemi oluşturdu. Son çalışmalarım, minimalist bir anlayışla az şeyle çok şeyi ifade ederek devam ediyor. Bir alt metin olarak şöyle söyleyebilirim. Resmimde biçim ve renk yordamıyla kotarılan mekan, titizlikle kurduğum bir evren tasarımı olarak karşınıza çıkar. Tanıdığınız ve/fakat yabancısı olduğumuz her türden uzamsal kavrayışın birbiri içinde eridiği bir mekan kurgusudur bu. İp dokusunun biçimlendirdiği uzam, rengin ve ritmin yardımıyla neredeyse resmin bütün aurasını belirler. Komple bir devinimi izleyiciye sunan bu yapı, ortaya konan yapıtı bütüncül bir organizmaya dönüştürür. Öyle ki, birbirine tutunarak kütleleşen halat yığınının içinden tek bir ilmik çekilip alınacak olsa, bütün resim çöküverecek gibi durur. Aynı duyarlıkla inşa edilmiş olan kompozisyon, yapıt üzerinde gezinecek olan bakışa rehberlik edecek planlara ayrılmıştır. Açık koyu renk değerlerinin yardımıyla organize edilen bu planlar, ağır ya da kıvrak hareketlerin birbirine eklenmesi suretiyle izleyiciyi taşınan imgeyle buluşturur. Kimi zaman renk, kimi zaman biçim aracılığıyla yüzeye taşınan imge burada resmin kendisiyle bütünleşerek töze dönüşür. Böylelikle yapıt artık yüklendiği özneyi imlemez, çünkü imgenin kendisi olur. Neden halatlar diye çok soruyorlar. Bazen ironi yapmak için “ipsiz demesinler” diye diyorum.
Sanat yaşamınız boyunca pek çok serginiz oldu. Yeni sergi çalışmalarınız var mı?
40 yıllık sanat yaşamımda Türkiye’de 130’u aşkın kişisel sergim oldu. 300’ün üzerinde karma ve ödüllü sergiler. 22 ülkenin 35 kentinde sergilerim oldu. 60’a yakın derecelerim var. 25’te ulusal ve uluslararası ödülüm var.
Yakında New York’ta dünyanın en büyük 4 fuarından biri olan Artscope sergisinde olacağım. 4 eserimle burada olacağı. 4 eserimde son dönemin konusu olan “Sesler ve İzler” konseptinden. Bunlar baya ses getiren eserler. Dosyam oraya kabul edildi. Bu çok önemli. Çünkü bu fuara kabul edildikten sonra dünyada A sınıfı olan pek çok fuarın kapıları aralanıyor. ArtMiamiScope, ArtMiamiBasel bunlara dosyalarım daha rahat kabul edilir. Bu fuarlara dosya kabul ettirmek çok zordur. Biz bu fuarların kapılarını da aralayacağız. Amerika’da birkaç galeri var benimle çalışmak isteyen. Onlarla bir görüşmem olacak. Haziran ayı başında Belgrad’da önemli bir sergim olacak. Sırbistan’ın Radyo Televizyon Kurumu’nun bünyesinde olacak bu sergi. Bütün Avrupa’ya kitabını basacaklar. Ağustos’ta Kazan, Moskova ve Almanya’da olacağız. Almanya’daki uluslararası bir sempozyum olacak. Konuşmacı olacağım.
Mersin’de 18 Mart’ta Ahmet Yeşil Resim Günleri projemiz olacak. Yenişehir Belediyesi Atatürk Kültür Merkezi’nde galeri yapıyor. Galeriye benim adımı verecekler. Nisan ayı başında Ankara’da önemli bir sergim var. İstanbul Antika Sanat Fuarında şu an devam eden bir sergim var.
“SANAT GELİŞMİŞ ÜLKELERİN BAŞAT OLGUSUDUR”
Toplumumuza sanatla ilgili önerileriniz ne olur?
Sanat sorunları çözmez. Var olan sorunların algılanabilmesi için aklın ve beynin açılmasını sağlar. Bakarken görmeyi, görürken düşünmeyi, düşünürken de kendini ifade etme yetisini kazandırır. Biz şimdi üretmeden tüketen bir toplumuz. Üretmeden tüketen bir toplumun belleği de zayıf olur. Ütopyası da çok olmaz. O yüzden sanat dünyada bütün gelişmiş ülkelerin başat değer verdikleri olgudur. Sanat ve kültüre inanılmaz bir bütçe ayırıyorlar. Bizim milli eğitim bütçemiz o bütçelerin yanında cüce kalır. Sanat toplumunu yarattığımız andan itibaren bütün bu sosyal sorunlarımızda kendiliğinden çözülür. Biz ülke olarak sanat toplumu olmadığımız için bireyin özgür yaşamına ipotek koymaya çalışıyoruz. Biz sanatçı toplumuz. Sanat toplumu değiliz.