Hanife Mert | Toprak Doyursun Gözünü | Güney Gazetesi Mersin
Hanife Mert

Toprak Doyursun Gözünü


Bugün yazıma bir hikayeyle başlamak istiyorum. Hikaye Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar” adlı kitabından. Tolstoy kitabında Çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik hikayesini bakın nasıl anlatmış.

Hikaye şöyle başlıyor;

Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir kralın karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için krala gidip talebini iletir. Gerçekten de kral herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”

Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama takâti kesilir. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir anda yere yığılır ve bir daha kalkamaz…

Kral, olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Kral Pahom’un mezarının başında durur ve şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”

Hikaye ne kadar manidar, sizce de öyle değil mi? Yaşadığımız ve burada ne kadar kalacağımızın bilinmediği bir dünyada hep daha fazla kazanmak ve daha fazla biriktirmek istiyoruz. Şöyle bir kilerinize, dolaplarınıza bir göz atın. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar giyecek, kullanamayacağımız kadar eşyanın olduğunu göreceğiz. Doymuyoruz... Doymayan midemiz değil, doymayan gözlerimiz. “Gözünü toprak doyursun” derler. İçimizdeki sahip olma, dizginleyemediğimiz hırslarımız ihtiyaçlarımızdan kat kat büyüdü. Büyümeye devam ediyor.

Kapitalist dünyanın aldatıcı büyüsüne kaptırdık kendimizi. Her türlü kazanımlarımız "ben" ve daha çok “hırs” merkezli... Hayatımızda yer eden her şeyi maddi bir değerle ölçüyor ve onun üzerinden kendimize bir çıkar sebebi yaratıyoruz.

Son yılların iletişim ve teknoloji çılgınlığı, televizyonların ışıltılı dünyası da bizim maddeciliğimize çanak tutuyor. Pahalı en iyi son moda olan ne varsa alıyoruz, ve doymak bilmiyoruz. Hep bir tarafımız aç... Giderek hep tatminsiz, mutsuz ve yalnız insancıklar olduk. Bizler küçüldükçe faturalarımız büyüdü, borçlarımız kabardı ama biz halâ küçücüğüz, büyüyemedik.

Artık kazanmanın yerini emek sarf etmeden, alın teri dökmeden kolay yoldan kazanmak aldı. Güçsüzü ezmek, zalimi alkışlamak, güçsüzün kafasına vurup elinden ekmeğini almak, kolay kazanmak uğruna başkalarını kullanmak, kırmak başarılı akıllı insan oldu. İçimizde büyüttüğümüz hırslarımız, bizi küçülttü. İnsanlığımızı, dostluğumuzu, dostlarımızı, saygınlığımızı, toplumsal benliğimizi kaybettirdi. Bu durumsa üzensiz, sistemsiz, kalitesiz bir yaşam sürmemize neden oldu. İnsana verilen değer neredeyse kalmadı. İnsanın kazandığı paranın değil, paranın kazandığı insanların değeri arttı. Araç amacın önüne geçti...

Oysa insan yaşlandıkça içindeki istek ve arzularını besler ve gençleştirmeye çalışır. Bu ise hayata olan bağlarını sağlamlaştırır. Bir gün bu dünyadan göçüp gitme fikrini hiç aklına getirmez. Bol bol tüketmek ister. Biriktirdiği parayı, malı, mülkü tükettiği yetmiyormuş gibi zamanı tüketir, sözünü tüketir, benliğini biriktirirken aslında benliğini tüketir. En sonunda farkına varmadan ömrünü tüketir.

Özetle; her ne kadar farkında olmasak da; biz gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı, sağlıklı bir bedeni ve bunlardan birini kaybedince satın alamayacak kadar fakiriz. Gözleri doymayanlara, daha fazla kazananlara ve kazandıklarını paylaşmayanlara, bitip tükenmeyen hırsları için az bir toprağa ihtiyaç vardır. Bunu ne zaman anlayacağız?

Okurlarıma sevgilerimle,

Hanife Mert

 

 

 



ARŞİV YAZILAR