Ergün Parlat | SOLUK ANLARA ŞARKI | Güney Gazetesi Mersin
Ergün Parlat

Ergün Parlat

SOLUK ANLARA ŞARKI


 

İnsanın, kafasının içindeki seslerle boğuştuğu anlar vardır. Bireyin yalnızlığı, dış dünya ile zamanın insan üzerinde yarattığı baskı, iletişimsizlik, dinmek bilmeyen boşunalık duygusu.

 

 

Dışarıdan bakanlar hiçbir şeyin değişmediğini zannederler, biz iç dünyamızdaki umulmadık karmaşalarla, kaynaşmalarla, çatışmalarla uğraşıp dururken.

 

 

Shakespeare, dik tepelere tırmanabilmek için başlangıçta yavaş yürümek gerektiğini söyler.

 

 

Kimi zaman dengeyi sağladığımız zannına kapılır rahatlarız. Ama bu kez de yaşamın durduğunu, sıkıcı bir tekdüzeliğin her şeyi kuşattığını ayrımsarız. Denge bozulduğunda ise yeniden soluk alıp vermeye başlarız. Aslında bu durumun da geçici olduğu çok geçmeden anlaşılacaktır.

 

 

Ne çok yaşadığımız bir şeydir simetri kırılmaları. Bir süreliğine ertelenen, ama tümüyle kaçınılamayan yapışkan balçıklarıyla.

 

 

Nedir bu ruh hali? İçgörünün yol açtığı içinden çıkılamaz bir körlük mü? Ayaklara dolanan,  elleri, çeneleri kilitleyen, insanı taca atılmış bir futbol topuna dönüştüren.

 

 

Sık sık aklımıza üşüşen hain sorulardan biri şudur: Ya her şey planladığımız gibi gitmezse? Ve böylece, özgürlümüzün kısıtlanmaması için kendimizi savunmak üzere sürekli olarak yeni öyküler kurgulamak zorunda kalırız. Dayatılan yaşamları sanki bizimmiş gibi yutturup dururlar biteviye. Oysa hepimiz isteriz ki; dolu vurmasın bahçelerimizi, çekirgeler üşüşmesin yeni çiçek açmış dallarımıza.

 

 

Sıkıntılar başkalarının başına geldiğinde basit, bizim başımıza geldiğinde ise olay olmakta.

 

 

Soluk anları biteviye yaşar dururuz da onları renklendirmeye bir türlü gücümüz yetmez, bizi çevreleyen sınırları  tümüyle yıkmanın olanaksız olduğunu anlayarak.

 

Yıllardan beri çevremde hastalık ya da kaza sonucu ölen ya da ansızın ortalıktan yitiveren kedilerle yavrularını hala anarım. İşte böyle. Yaşam her zaman tozpembe değildir ki. Soluk anları da vardır. Kimi zaman sessizlik gök gürültüsünden daha yıkıcı olabiliyor.

 

 

Ömrümüz düş kurmak ve başkalarının yaptıklarını bağışlamakla geçti. Kaygılar zarar mı verirdi yoksa büyütür müydü insanı? Öyle zamanlar geliyordu ki, eskiden olduğumuz şeyi anımsayamıyorduk. Karşılaştığımız bazı sorunların çözüm yollarını kendi kendimize bulmamız gerekiyordu. Bazı gizler yüreğimizi dağlasa da, bir türlü içimizden çıkarıp atamıyorduk.

 

 

Yaşam kimi insanlara masaldan öyküye atlama olanağı tanımaz. Ama bizim yaşadığımız sıkıntıların çoğu başkalarının eğlencesi olur ve onların hoş zamanlar geçirmesini sağlar. Oysa ismini unuttuğumuz arkadaşlıkların yüreğimizdeki yarası bile tümüyle kabuk bağlamamıştır henüz. Üstelik yaşlılara göre de değildir bu dünya.

 

 

2

 

Bazen yüzümüzü gökyüzüne çevirip sorarız; “Soluk alabildiğim o eski, sessiz ev nerede?” Çünkü yine bazen büyük olaylar değil de, küçük, önemsiz olaylar altüst edivermektedir tüm yaşamımızı.

 

 

Benizleri solmuş ağaçların kuruyan sarı yapraklarını oradan oraya savurmaya başladı yine güz rüzgarları. Demek ki yaşamayı seçen kişi, aynı zamanda çevresine sınırlar çizilmesini de kabullenmiş oluyordu. Böyle böyle olduğumuz gibi kalmamıza da izin vermiyorlardı çember daraltıcılar.

 

 

Şöyle bir düşündüğümüz zaman, mutluluğun ne zaman gelip ne zaman gideceğini yönetmek bizim elimizde değil. Ömürleri boyunca mutluluğun peşinde koşan insanlar ne kadar çok gülünç ve acınası durumlara düşüyorlar. Çoğumuz mutsuzluğu insan olmanın bir bileşeni olarak görmek ve onunla birlikte yaşamayı  öğrenmek zorunda kalıyoruz.

 

 

Güleriz ağlanacak halimize derler ya, mutsuzluğun maskesiymiş gülmece. Çıkmazlara girdiğimizde herkes duvar gibi sağır olsa da, bilirim;  yine de eşi bulunmaz bir şeyler gizlidir yüreklerimizde.



ARŞİV YAZILAR