Deniz Yıldız | DÜNYA’DA STAGFLASYON ÇAĞI | Güney Gazetesi Mersin
Deniz Yıldız

DÜNYA’DA STAGFLASYON ÇAĞI


 

Dünyamız son 3 yıldır tarihinin en karmaşık eko-politik döneminden geçiyor. Covid salgını ile başlayan, Rus-Ukrayna savaşı ile devam eden karmaşalar silsilesi olası Çin-Tayvan(ABD) çatışması ile devam edecek gibi görünmekte. Ekonomi tarafından ise tüm bu kaotik global riskler, sağlıklı ekonomik büyümenin önünde birer engel. Şairin deyişiyle “bunca gamı bunca derdi” nasıl üst üste yaşadık, kim bize bunları yaşattı, amacı neydi ? Bunları yorumlayabilmek yaşadığımız Dünya’yı anlamlandırmak adına kıymetli.

 

Dünyamız ABD ekonomisinin altın standardından çıkmasından sonra Dünya ekonomisi, Amerikan ekonomisinin olumlu seyrine ve Dolar’ın hakimiyetine mecbur bırakıldı. Bunun nasıl normalleştirildiğini 2. Dünya Savaşı bağlamında ABD’nin tek güç oluşundan alarak anlatmak gerekir fakat bugünün konusu değil.

 

İlk olarak stagflasyonu tanımlamalı. Stagflasyon, durgunluk ve enflasyonun bir arada görüldüğü durumu ifade eder. Ekonomide stagflasyon olduğu dönemlerde piyasa durgundur ve fiyatlar yükseliştedir. Stagflasyon zamanlarında durgunluk ve fiyat yükselişini işsizlik oranındaki artış takip eder. Ve en kötü yanı içinden çıkılması yıllar alan bir dönemdir.

 

Mevcut Dünya ekonomik sistemi özünde iflah olmaz bir hasta. Ortalama her 10 yılda bir finansal kriz üreten, bazıları çokça büyük olabilen bu krizleri piyasaya “dolar” pompalayarak, para basarak yatıştıran sonrasında ise yüksek faiz ve para yakma politikalarıyla süreci başa alan bir vahşi düzen içerisinde yaşamaktayız. Bu düzenin her kriz döneminde artan borç arzı sebebiyle kırılganlaştığı net bir gerçek. Yani sonsuza kadar şişemeyecek bir balonun içinde yaşıyoruz. Bu balonun erken patlamaması için sadece dolar arzının kontrolü yetmediği için, dünyadaki üretim merkezleri de kontrol altında tutulmaktadır.

 

Ana Örnek: Çin. Global borç yükünün geometrik olarak katlandığı son 30 yılda finansal sistemi sırtlayacak bir reel üretici gerekiyordu. Çin bu rolü tüm ABD şirketlerinin üretimini oraya kaydırmasına sebep olacak kadar ucuz olarak oynamaktaydı. Diğer yandan Çin’e gevşek gümrük tarifeleri uygunlandı. ABD amiyane tabile doları bastı, Çin’den tüm dünya o dolarlar ile mal aldı. 1 liraya Çin malı mutfak aletleri aldığımız eski Türkiye’den pay biçebilirsiniz. Bu döngü yaklaşık 30 yıldır sürüyor. Ancak 2008 krizi sonra ABD farketti ki Çin artık ABD dolarına ihtiyaç duymuyordu. Tam 3 trilyon dolar ülke rezervi ve ortalama yüzde 7 reel büyüme hızıyla 2030 yılında yeni süper güç olacağı kesinleşmişti.

 

Bugün yaklaşan global stagflasyonun sebebi ne olabilir? Hiç bunlar olmasaydı Çin Yuanı 10 yıl içinde ABD Doları’nın yerini alacaktı…

 

Son 3 yıldaki art arda gelişmeler ise bu süreci en az 20 yıl erteledi. Covid-19 salgınındaki kapanmalar ile Çin ekonomisi en büyük darbeyi yedi. Çin ekonomisi 2020'nin ilk üç ayında fabrikaların büyük oranda kapalı kalması nedeniyle yüzde 6,8 daralmıştı. Batı ekonomisi daha sert küçüldüğü için, ürettiğini Batı’ya satamaz hale geldi ve emlak piyasası dahi sallandı. Son 1 yıldır ise yüksek faiz ortamında global büyüme beklentileri zayıf. Mevcut global büyüme Çin ekonomisi üstüne kurulu. Çin büyür ise ABD’yi geçecek, o halde Dünya ekonomisi büyümemeli…

 

Şu sıralar ise FED faiz artışları sürerken global enflasyonun hızında yavaşlama mevcut. Bu durum şu sıralar enflasyonu yendik büyümede henüz azalma yok, faiz artışları yavaşlamalı şeklinde lanse ediliyor. Böyle düşünmeyen ekonomistler daha çok olsa dahi Dünya Ekonomi Forumu, Dünya Bankası, IMF gibi “itibarlı” kurumların ekonomistleri bunu söylüyor.

 

Elbette burada ele alınması gereken nokta şu: Bu bir öngörü mü, temenni mi, algı yönetimi mi? Teknik bir resesyondan kurtulmak mümkün mü? Olabilir. Yani resesyon olarak tabir edilen küçülmeleri arka arkaya yaşamamak, bunun dünya ekonomisinde daralma olmadığını anlamına gelmez.

Yani tıpkı Türkiye’deki çelişki gibi, rakamlara mı bakacağız, yoksa hayatın gerçekleriyle sağlamasına mı? Veriler, sağlıklı tutuluyorsa elbette kıymetlidir ama sahanın gerçekleri bunu teyit etmiyorsa, bu dünyadaki yaklaşımlarda çok büyük bir farklılaşmayı beraberinde getirmez.

 

Asıl korkulması gerekenin resesyon değil, stagflasyon olduğunu biliyoruz. Şu an faiz hamlesiyle enflasyonun verilerde bir nebze iyi geliyor olması, dünya ekonomisinin resesyon ihtimalinden çıktığı anlamına da gelmez, bu konuda ters dönen bir veri rüzgarının ekonomi yönetimlerinin sertleşmeyeceği sonucunu da doğurmaz.

 

Tüm bu süreci Rusya-Ukrayna hattında sertleşmenin koktuğu, arz fazlası gerçeğinin göz ardı edildiği, pandemi sürecinde dağıtılan yardımlarla dağılmış bütçelerin yok sayıldığı, enerji başta olmak üzere maliyetlerin arttığı faktörlerle eldeki bulguları görmezden gelerek değerlendiremezsiniz. Ben halen arz fazlasına yönelik problemin bile, başlı başına şirket evliliklerini ya da iflaslarını, daralan dünya ekonomisine paralel sıkıntı noktasının ana merkezinde görüyorum. Değil ki ek risk faktörleri de bunu destekliyor.

 

Bu aşamada hem ekonominin dönüşüm yaşadığı, hem de verilenlerin bütçe adına geri toplandığı bir süreci dikkate alırsanız, rahat bir dönemin bizi beklemediğini, herkesin hesabını buna göre yapma zorunluluğunun ortadan kalkmadığını görürsünüz. Reel ekonomi açısından meseleye baktığınızda, finans piyasalarının beklentilerinin kurbanı olmak istemiyorsanız, önlemlerinizi almaya devam edin. Koşulların sertleşeceğini göz ardı etmeden yatırımlarınızdan finansınıza kadar dikkatli adımlar atmaya devam edin. Finansçıların bir özelliği vardır. Beklentiyi yönetebilirlerse, her koşulda kazanırlar. Ama reel sektörün böyle bir lüksü yok. O nedenle beklentiye değil, gerçeklere prim verin.



ARŞİV YAZILAR