Sabret, Dua Et, Sus!..
Neden açıklanmıyor? İsimleri hasta hakkı olarak görelim hadi sıkıntı yok. Fakat vakaların hangi bölgelerde, hangi kentlerde baş gösterdiğini bilmek hakkımız değil mi?
İspanya, Almanya, durumu çok vahim olan İtalya ve hatta ABD bile anbean, tüm ayrıntılarıyla vatandaşına mönitörlerden bilgi akıtıyor. Biz de her gece gerilim filmi gibi 24 sularında gelecek bir tweet bekliyoruz.
Neden açıklanmıyor? Çünkü son yaşadığımız depremde bile "nasıl algımız iyi mi?" diyen Sayın Hükümetimiz yine imaj ve algı operasyonları peşinde. Çünkü yine kendi hatalarını örtmek için, yapılan onulmaz yanlışların ortaya çıkmasını engellemek için şeffaf konuşamıyorlar. Umre'den gelenler (zaten hiç gönderilmemesi gereken 21 bin kişi), İran'dan gelenler (65 yaş üstünü eve kapatırken İran sınırında hali hazırda bekleyenler), kontrolsüz mülteciler ve turistler... Tüm bu vahim yanlışlardan ötürü bugün koronayla başımız belada.
Anımsarsınız, Sayın Hükümet ilk hafta cuma namazını bile yasaklayamadı.
Yayıncı kuruluşların karları uğruna maçları iptal edemedi. Fatih Terim, Uruguaylı Fernando Muslera bile isyan etti. "Başkan dini hastalığın önüne koydu. Dualarla hastalığın yenilebileceğini zannetti" dedi. Yani bu ülkenin imamlara değil bilim insanlarına ihtiyacı olduğu çırçıplak ortaya çıktı.
AKP Hükümeti’nin icraat gösterdiği 18 yılda diyanetin personel sayısı ikiye katlandı. Bugün Sağlık Bakanlığı'nda 101 bin 116 personel çalışırken Diyanet İşleri Başkanlığı'nda 130 bin personel görev yapıyor. Hal böyle olunca tabi ki vatandaşa sadece SABIR ve DUA önerebilirler. Başka verecek telkinleri yok.
“Süreç çok güzel yönetiliyor. Sayın Bakan sakin sakin açıklama yapıyor" şeklinde uzun uzun Bakan Bey Güzellemeleri geldi. Muhalifler bile defalarca minnet ve teşekkürlerini sundu. Evet tabi ki iyi yönetilen süreci alkışlayalım. Ancak halen yeterince şeffaf olamayan, her konuşmasının başında Cumhurbaşkanına önce saygılarını dile getiren hatta geçenlerde Damat Bey'i övmeden edemeyen Sağlık Bakanı'nın bunca güzellemeyi hak ettiği kanısında değilim. Tabi doğaldır, yıllardır alıştık fırça yemeye, parmak sallanılmasına, yüksek perdeden azar işitmeye sakin iki çift laf eden devlet adamı görünce duygularımız okşandı.
Çoğunuz bilirsiniz ama bize cuk oturduğu için anlatmadan geçemeyeceğim. Dostoyevski, Ölüler Evinden Anılar kitabında yaptığı bir deneyi anlatır. Ünlü Yazar, Rus Çarı tarafından Sibirya'ya sürgüne gönderilir. Burada bir köpeğin her mahkumdan tekme yediğini görür. Köpek enteresan biçimde tekmelere tepki vermez. Kaçmadığı gibi önce tekme pozisyonunu almaktadır. Bir gün Dostoyevski, köpeğin yanına gidip başını okşar. Uzun uzun şaşkınlıkla bu adama bakan hayvancağız, acı acı havlayarak ordan uzaklaşır.
Biz de alıştık en üst perdeden fırçalara, muhaliflere yapılan her türlü baskıya... Biri de çıkıp hakaretsiz, sakin üç cümle kurunca ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Dostoyevski'nin sevgisizlik üzerine yaptığı deneydeki gibiyiz.