ACI NEREDE İSE EVİN ORASIDIR
Ne duruyor ne azalıyor. Aynı kâbuslar başka hayatlar ile buluştuğunda, bir acıya bir kötülüğe uzaktan bakabildiğimizi fark ediyoruz. Bakmakla da kalmıyoruz. Uzaktan uzağa bütün kâbusları izliyoruz. Yaşanan bütün acılara şahit olarak izliyoruz.
Gece uykunuzdan uyandıran, ansızın gelen bir korkuyla uyanma isteğine benzetiyorum kötülüğü. Uyanmak isteyip uyanamamak. Etkisi geçmeyen çevreni saran kötülük. Ve sonunda uyandığında da geçmeyen bir kötülük.
*
Geçenlerde okuduğum şu cümleyi düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz çöküşün, yerle bir olmanın tanımı. Başkalarının acısına bu kadar yakından dokunmanın, hissetmenin tanımını buluyorum. Diyor ki, “Home is where the hurt is. / Acı nerede ise evin orasıdır.”
*
Konuşmuyoruz. Bildiğimiz hâlde konuşmuyoruz. Çünkü sizden ne kadar uzaksa o kadar izlenilir bir hâl alıyor yaralar. Gerçeğimizin başkasının yaralarını izlemek oluşuna kapıldığımızdan beri izliyoruz tekrarlanan değişmeyen sahneleri. Fanteziler ile başlıyor kötülüğün tasviri. Birdenbire değil, izin verilerek, içinde büyütüp taşmasına izin vereceği güne kadar yaşatıyor fantezilerini. Kimisinin sahip olduğu tek şey, kimisinin öğrenerek büyüttüğü kötülüğüyle zaman içinde besleniyor.
Besleniyor, zamanla büyüyor, şekil değiştiriyor kötülük. Nasıl mı? Bir çünküsü var. Çünkü izin veriliyor. İzleyenler, sessizler kötülüğe izin veriyor düzenin içinde yer almalarını. Konuşmadan bizi bir arada düzenin içinde büyüyor çünkü öylesi güçlü. Çünkü aynılar birbirini bulduğunda, sessizlik kurulan düzenin sahip olduğu en büyük parça.
*
Modası geçmiş iyi olma hâlinin kırıntılarını arada bulmanın yaşattığı büyük sevincin nasıl çaresiz hissettirdiğini de düşünüyorum bir taraftan. Çaresiz, çökmüş, bozulmuş insan yüzleriyle dolu pek duygusal ve sonu iyi biten hikâyelerden değil bu. En ufak tebessümü yüzden çekip almayı iyi bilen hikâye tam da bu. Yaşamın çaresizce izlendiği bir hikâye.
*
Şimdi buradan tekrar bu cümleye dönüyorum: Acı nerede ise evin orasıdır. Yenisi eklenen yasları tutmanın yarattığı yıkımla söylüyorum ki yaraları açan, içinde en güvenli olduğun yerden geçiyor. Tehdit ve şiddeti rahatça kuran o güvenli evler.
En güvenli en rahat olmanın yakından neye benzediğine her yeni yasla kabul ediyorum. Şiddetin boyutu değiştikçe yasların hayata kurduğu hakimiyet de değişiyor. Ne değişmiyor? Şaşıran ama konuşmayan. Şiddetin ve kötülüğün nasıl ve nereden geldiğiyle ilgilenmeyen ama hep şaşıranlar değişmiyor mesela.
Kendisiyle yüzleşmeyen nasıl değiştirebilir ki bu hikâyeyi?