Louis Aragon
Ülkemizde “Mutlu Aşk Yok Ki” şiiriyle çokça tanınan Louis ARAGON, 3 Ekim 1897’de, Paris’te doğar. Dada akımının öncülerinden… Sonrasında da, 20. yüzyılın en önemli şiir akımı olan ‘Sürrealizm’in kurucularından… “Le Paysan de Paris” adlı romanı, gerçeküstücülüğün en güzel örneklerinden biri olarak gösterilen ve şiir, roman, eleştiri, deneme, çeviri olarak 61 kitap yazan Louis ARAGON bugünkü konuğumuz dostlar.
Şiirle ilgili bir soruya şöyle cevap verir bir röportajında: Şiir’in gizemi ezgidedir…
Ardından başlar şiirden bahsetmeye:
“Şiirden, fizik ya da marangozluktan söz eder gibi konuşan insanlar vardır ve bunlar, sözü aldıklarında, “Bakın bu olmamış, bunun yetkinliğini kanıtlayacak hayâl gücü, bu işin üstesinden gelemiyor” diye, ya da, “Bu masa sallanıyor, üzerine dayanılmaz, üstüne bir çiçek vazosu bile konulmaz” demekten öte gidemezler.
Şiirden, büyü ya da dinden söz eder gibi konuşan insanlar vardır ve bunlar, olsa olsa, gizemli olma gizemliliğin özünde dolaşırlar. Fakat bu, neden ileri gelir bilinmez diyebilirler. Ya da cübbeleri, eteğini kaldırma savındakilerin, kutsallığa karşı saygısızlığından dem vururlar.
Şiir üzerine konuşan ciddi insanlar olduğu kadar, ciddiyetten uzak kişiler de vardır. Onları yargılamakla uğraşacak değilim.
Tüm şiirlerin akıldışı olduğuna katılıyorum. Artık bunun karşısında şaşkınlık duymayanlar, şiiri gerçekten duyabilirler mi hiç? İnsanoğlunun en büyük yaratılarından biri olan bu akıl almazlık, bilgi nesnesine dönüşmekle kendi kendisini yitirebilir mi? Değişik yönlerden beni inandırmaya çalıştıkları şey, hiç kuşkusuz bu olsa gerek. İnsana ait tüm nesneler gibi, şiirin de eskidiği ve yaşayan her varlık gibi kendi kendisini yenilediği gün gibi ortadayken; kim bilir, hangi ebedi şiir adına yapıyorlar bunu?
Şiir durağanlaştığında, bir bilgi nesnesine dönüştüğü kuşku götürmez. Fakat benim asıl suçlandığım şey, şiirin izlediği yolun ve ölümsüzlüğünün süregidecek bir gizemi oluşturmasına kayıtsızlığımdır.”
*****
19 yaşında annesinin ısrarıyla girdiği tıp fakültesinde 5 yıl okuduktan sonra okulu bıraktı. 1. Dünya Savaşı’nda orduya çağırıldı. Orada aldığı tıp eğitimi sayesinde 2. dereceden doktorluk yaptı. Savaştan döndükten sonra edebiyat çevresinin içinde buldu kendini. Renk ahenk kravatları, nükteli ve küstah konuşmalarıyla dönemin tipik züppelerinden biri olarak görülen Louis ARAGON, kendisiyle aynı özelliklere sahip arkadaşlarıyla sürdürdükleri bohem hayat o yıllarda kurulmuş. Bu durum, Fransız Komünist Partisi’ne kabul edilmemelerine neden oldu.
Hep birlikte gerçekleştirdikleri mücadeleleri sonucunda Komünist Parti’ye üye olurlar. O dönem sevgilisi olan Nancy CUNARD’ın bir caz piyanisti yüzünden kendisini terk etmesi nedeniyle aşırı dozda ilaç içerek intihar etmeye kalktı.
Fakat ölmedi… Daha yaşayacağı günler ve yazacağı yazılar, şiirler vardı. 1928 yılında Rus yazar Elsa TRIOLET ile tanıştıktan sonra geri kalan hayatı boyunca hep O’nun için şiirler yazacağını düşünüyordu. TRIOLET ve ARAGON Fransız anti-faşist hareketinde görev aldılar. Evlendiler…
42 yaşındayken, İkinci Dünya Savaşı’na, işçilerden oluşan büyük bir grupla yeniden cepheye gitti. Almanlara esir düştüyse de kaçmayı başararak canını kurtardığında ikinci kez savaş madalyasıyla ödüllendirildi. Savaş sonrası şiirleri artık elden ele dolaşıyordu. Artık bir efsaneye dönüşmüş olan Aşk’ını da ölümsüzleştiriyordu şiirlerinde. Ve savaşla, devrimle, direnişle yanan zihinleri de Aşk’la aydınlatıyordu.
“İstediğiniz ne zaferdi, ne gözyaşı.
Ne hüzünlü org, ne papazın son duası!
On bir yıl nedir ki, on bir yıl…
Yaptığınız, kullanmaktı silahlarınızı.
Ölüm gözünü kamaştırmaz partizanın.
Asıldı yüzleriniz tüm duvarlara.
Gece ve sabah karasıydınız; korkutucu, süzgün…
Bir afiştiniz, kızıl bir kan lekesi gibi.
Adlarınızı bile söylemek öylesine güçtü ki.
Gelip geçende dehşet etkisi yaratın istediler...
Sizi kimse Fransız olarak görmez gibiydi.
Gün boyu bakmadan geçti gitti insanlar.
Kimi parmaklar durmadı ama karartmada,
‘Fransa için öldüler’ yazdı afişe…”
Şiire katkısına, kıymetli anısına saygı ve sevgiyle…