Mevsimseldir
Size de oluyor mu?
Eskiden sadece ahenkli bulduğum şiirler şimdilerde içimi titretiyor.
“Eylül toparlandı gitti işte
Ekim falan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar…”
Türk Edebiyatının belki de en içli, en melankolik şairi Turgut Uyar, ‘Acıyor’ şiirinde böyle dokunaklı anlatmış geçip giden zamanı.
Koca bir mevsim geçti. Hem ne olduğunu anlamadan hem sayısız hadiseyi tarihe ve hafızamıza nakşederek…
Bir yandan da olağanca süren vahşet ve kasvete rağmen bizden güzelliklerini esirgemeyerek…
E, ne diyordu yaşamı çalkantılarla geçmiş şairimiz Cemal Süreya:
“ Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim…”
Dün güneş tutuldu ondan mı yoksa çok şey mi birikti, her şey belli ki üst üste mi geldi bilmem ama anlaşılan bu sonbahar beni fena vurdu.
‘Ne oldu? Neyin var?’ türünden sorulara yanıtım kalmadı mesela.
Dışarda savaşlar, kavgalar, içimde tsunamiler çarpışırken dakikalar içinde değişen ruh hâlimi sonbahar veya ay tutulmasına bağlamaktan başka çarem yok galiba.
Anlatsam insan insanın zehrini alır mı gerçekten?
Acılar paylaştıkça azalırdı hani?
Öyle derdi anneannem.
O zaman her kelime neden büyüyor ağzımda, daha çıkmadan pişman ediyor insanı.
Bence problem ‘herkes’ olmaktan çıktı.
Bu konu artık yaralı kendim ve iyileşen benliğim arasında.
Düşünmekten, yanılmaktan, çaresizlikten hâlsiz düştüm.
Doğru, derdim başımdan aşkın ancak artık öznesi başkaları değil. Kimse üstüne vazife çıkarmasın.
Adınızın, kim olduğunuzun ne söyleyip ne yaptığınızın bi önemi kalmadı.
Yalanlarınız, ikiyüzlülüğünüz, sahtekarlığınız yerine kalakalışımla ilgileniyorum.
İçimden koparılan, sustukça parçalara ayrılan beklentilerimi yerlerden toplamıyorum. Her nefes alışımla sızlayan hayal kırıklıklarımı hâlâ göğsümden çıkarmadım.
Üzerimde taşıyorum.
Hatırlamak için.
Onlar acıdıkça anımsıyorum çünkü
Ölmemek için.
Aslında acım, yaralarımdan kaynaklanmıyor. Yaşamıma girenlerin, yüreğimi bu denli zedelemesine razı olmam çıkışlı.
Yoksa bu dünyayı da sefil düzeni de içimde hallettim. ‘Kendime varış’ adlı seyahatin valizlerini topluyorum.
Belki sonbahardandır, kış bastırınca geçer belli mi olur? Ancak nicedir varlığınız güç vermediği gibi yokluğunuzun da yokluğunu hissetmiyorum.
Zaaflarım, eksik veya çıkıntılarım, ihtiyaçlarım vardı; oralara denk geldiniz.
Şimdi kaybettiklerimden yeni benlik oluşturma mücadelesindeyim.
Evet farkındayım kimse tamamen iyi ya da tümüyle kötü değil. Anlaşılan sevmenin yok edeni belletilmiş herkese.
İyi de peki ben kendimi böylesi sevmemeyi nerede öğrenmişim? Nerelerde ötelemişim öz şefkatimi?
Yani suçu dünyaya, hayata, insanlara yüklemeyi bırakalı çok oldu.
Çocukluğumda geziniyorum.
Kaybettiğim değer, sevgi, şefkat oralarda bir yerlerde olmalı.
Hazır olmayı bekliyorum. Gücümü toparlayabilirsem başka türlüsünün mümkün olacağı geleceğe yol almak niyetindeyim. Kendimi zaaflarımdan büyütebilmeyi diliyorum.
Sizi de kurallarınızı da düzeninizi de hadi hallettim diyelim. Sorun artık yaralı ben ile iyileşen ben arasında.
O kadar.
Gölge etmeyin kâfi.
***
Yani Küçük İskender’in o şiirinde saklı sanki hüzünler bu aralar:
“ Eylül’ü biraz eksik,
Teskin etmiyor, edemez bu sonbahar bizi…”