Hülya Aslan | Eleştiri ve insan… | Güney Gazetesi Mersin
Hülya Aslan

Eleştiri ve insan…


Eleştiriyi ve eleştirilmeyi yaşamımda hep canlı tutmaya çalışırım.

Bilimin doğasında olan, olmazsa olmaz kavramlardan biri olması gereği ile de çok önemserim.

Doğmatik/dinler,siyasi,sosyal ya da bilimsel bilginin “şimdilik” kabul ettiği her ne varsa ya da kafaya yatmayan her neresiyse önce meraklı olmak ve  sorgulamak gerektiğini, sorgulamanın araştırmaya götüreceği ve araştırdıkça eleştiri getirilebileceği sonuç olarak yeni ve daha geniş bakış açıları kazandırabileceğine inanırım. Çünkü bu sıraladıklarım aslında tüm toplumsal –sosyal-siyasal- ekonomik ve bilimsel alanlarda daha ileriye ulaşmanın /gelişmenin yol ve yöntemleridir.

Bu sebeple de her zaman öğrencilerime “lütfen eleştirel gözle bakma bilinci kazanın” ki doğru ve yanlışın neler olabileceğini görebilesiniz değilse embesiller gibi her verileni kabul eder ve sadece size sunulanla yetinmek zorunda bırakılırsınız. Daha da kötüsü dünyanın başka yerlerinde asla doğru sayılmayacak ve de neredeyse evrensel kabul gören yanlışı/yanlışları/kötüyü/ çirkinlikleri doğru olmadığını anlamış olsanız bile kabullenmek/sineye çekmek/sessiz yığınlar oluşturmak zorunda hissedersiniz kendinizi ki bu durum hissiyatın ötesine geçip kaçınılmaz olana yani “gelişmenizin önünde yaratılan sürü ile engellerin oluşturulması ve çaresizliğinizle baş başa bırakılmanıza dönüşür” derim.

Artık sayıları çok çok azalmış bir grup öğretmen tarafından duruma böyle yaklaşarak öğrenciler yetiştirilmeye çalışılsa da ne yazık ki toplum gerçeğini göz ardı etmeyen açıklamalar yapmak ve tamda işleyişin böyle olmamasından kaynaklanan nedensellikleri açıklamadan geçmemek gerekiyor. İşin daha kötü yanını ise örnek bulmakta güçlük yaşanmaması oluşturuyor. Çünkü eleştiri yapmanın fütursuzluğu ile eleştiriden kaçmanın çapsızlığı tavan yapmış bir toplumda eleştirme ve eleştirilme gibi evrensel olguları gençlere kazandırmak bile olağanüstü zor olmaya başladı.

Günün sonunda “eleştiri” mantığı ve algılanışı toplumumuz için bambaşka yöntemlerle ve de daha çok çeşitli şiddet tiplerine dönüştürülmüş olsa da kavramın yukarıda ifade etmeye çalıştığım özüne hep inanmanın gerekli olduğunu söylerim.

“ne gerek var”, “ağzımızın/ağzının tadını bozma” “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, “gibi son derece tehlikeli, bencilce ve topluma bir gram faydası olmayan söylem ve davranışları meşhur kılan yaklaşımlarla yahut “eleştiriyorsun da ne değişiyor ki!” gibi sözüm ona değişmesi için fikren ve zikren mücadele vermiş gibi kılıklara bürünme ile “eleştiri” kavramını fuzuli göstermeye çalışmalar çokça yaşanıyor olsa da bilinen o ki, bir toplumun çağdaş, demokratik yapısının devamı ve geliştirilmesi için çok ama çok önemlidir eleştirilme de, eleştiri de.

Zaten TDK (Türk Dil Kurumu)’da eleştiri kavramını; Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi, tenkit diye bir güzel tanımlamamış mı?.

Öyleyse bu kavramın insanlığı ve toplumları zenginleştireceği uzlaştıracağı daha ileriye taşıyabileceği dolayısıyla yanlış ve doğruları daha net ortaya koyabilme becerileri geliştireceği için daha yaşanılabilir bir ülke, bir dünya kurmakta çok etkili olabileceği/olabilirliği anlamı çıkmaz mı?

Bildiğimiz bu gezegen de ve şuan için sadece insan türüne ait olan bu olguyu ve belki de bu yeteneği daha da geliştirmek ve de eleştirel bakışlara daha çok ihtiyaç duymak gerekmez mi? acaba

Peki öyleyse nerede, nasıl ve ne zaman yaşamına yerleştirir ya da öğrenir insan eleştiriyi….

Nerede başlar nerede biter eleştiri..

Ve daha önemlisi (toplumumuz/bizler için) “neden eleştiri kavramı içeriğinden bu kadar uzaklaştırılıp saptırıldı, çapsızlaştırıldı ve  şiddet türlerine kapı açar hale getirildi.

Soralım kendimize… çevremize yanıtları çokça vardır sizlerde eminim

Ben de sonraki yazımda bu soruların yanıtlarını eleştirel gözle aramaya çalışacağım..



ARŞİV YAZILAR