Necdet Canaran | Tivriz dilencisi | Güney Gazetesi Mersin
Necdet Canaran

Tivriz dilencisi


Ev hanımlarının misafir ağırladığı kabul günleri vardır. Belediyelerin halk günleri öteden beri sosyal faaliyettir.

Gazetede, 2. sayfadan komşum şair, yazar Baha Akıner’in mesela, köşesinde tertiplediği ölüm ve doğum günü partileri pek revaç bulur. Köşesindeki her 3 yazıdan en az 5’inde yazarçizer tayfası hakkında kalem oynatır. Şairdir, yazardır Baha ama nüfus müdürüdür, mezarlıklar amiridir aynı zamanda. Kim konmuş kim göçmüş hep ondan sorulur.

“Bugün bir şair öldü dostlar… Bugün günlerden usta bir yazarın imamın kayığına bindiği gündür…”

Konanı göçeni, uçanı kaçanı şiir diliyle, şair gözüyle bir solukta anlatır, iki solukta okutur Baha.

 

*

Kendimi bildim bileli… Köşe yazılarım gazetelerde -biraz da özel özel tercihim sebebiyle- hep arkalarda hep 5’inci sayfada yayımlanır. Beş benden ben beşten memnun, senelerdir mutlu mesut ilerleriz.

Samanlıktaki iğneyi bulma gayretim, bırakın ceviz kabuğunu, incir çekirdeğini bile doldurmayacak mevzulara bakınma hevesim işte bu sebeptendir: Hayat arka koltuklardan, gözden ırak sayfalardan daha net görünür.

 

*

Bilmezdim içimdeki kıskançlığın bu raddeye vardığını ben bu derde düşmeden önce. Baha’ya karşı içimde biriken kıskançlık birdenbire infilak ediverince…

Düşündüm taşındım, bugünü fıkra anlatma günü ilan ettim kendime. Samanlıktaki iğneyi bulmaya çalışacağıma, bırakın ceviz kabuğunu incir çekirdeğini bile doldurmayacak mevzulara bakınıp duracağıma fıkra anlatmaya karar verdim. Şimdi sofraya buyurun.

 

*

Her şeyi bilen ustalardan biri kahvehanede kurbanın hikâyesini anlatıyormuş:

Çocuğu olmayan Hazreti Davut, Allah’a dua etmiş:

-Yarabbi, bana bir kız çocuğu ver, onu sana kurban edeyim.

Hazreti Davut’un duası kabul olmuş ve Allah bir kız çocuk vermiş. Allah’a verdiği söz var ya, kızını taşa yatırmış Davut, tam bıçağı boğazına çalacakken, Azrail, gökten keçiyle inmiş, “Kızının yerine bu keçiyi kurban et” demiş Davut’a.

Her şeyi bilen usta bakmış hiç tepki veren yok, sormuş:

-Ne o, inanmadınız mı?

Biri yerinden kalkmış:

-Ulan anlattıklarının neresini düzelteyim? Hazreti Davut değil, Hazreti İbrahim... Kesilecek çocuk kız değil erkek... Gelen Azrail değil Cebrail. Getirdiği keçi değil koç! Be hey cahil hangisini düzelteyim?

 

*

Çocuğu bakırcıya çırak vermişler, iki gün gitmiş, üçüncü gün “Ben o işi öğrendim” demiş…

Ustası merak etmiş niye gelmiyor, diye. Çırağın evine gitmiş. Kapıyı çalmış, çocuğun ninesi çıkmış, niçin gelmediğini anlatmış:

-Bizim uşak tepsi yapmayı öğrenmiş, bene de anlattı, ben de öğrendim, gerçekten çok golaymış!

-Nine nasi öğrenmiş, hele bene de bir bir anlat bahim!

Nine anlatmış:

-Vallah oğul diyir ki, sacı döğirsen, edirsen yassi, etrafını çevirir edirsen tepsi. İşde bu geder golay!

Usta gülmüş:

- Vay it oğlu it, gendi öğrendiği yetmemiş bir de nenesine öğretmiş!

 

*

Fıkralara kıssadan hisse mi?

İhtiyaç var mı?

E, peki. Bu kez böyle buyurun ve şöyle bir etrafınıza göz gezdirin. Herkes usta, herkes hakem, herkes teknik direktör, herkes uzman, herkes âlim, herkes her mevzuda her şeyi biliyor(!) caka satmıyor mu?

Zurnanın zırt dediği yerdeyiz!

 

*

“Latife latif gerek” demişler. “Fıkra günü” sudan bahane. Lafın kısası, bugün hiç yazasım yoktu ne hevesim ne de mecalim. Kahveyi sele vermişim. Kafam sersem sepet, kafam Tivriz dilencisi gibi giyinik bu sıralar. Biraz soluklanayım sonra yine yollara düşerim.



ARŞİV YAZILAR