Şişenin içindeki mektup
Kıyıcılar sakin durur ve duygularını hiç belli etmezler.
Eskiden herhangi bir şey olan bir şey, bir gün bir de bakmışınız her şey oluvermiş, bir yangın gibi bedeninizi sarmış, sizi tutsak almış.
Onu görür görmez tanımıştınız. Ama aslında hiç tanışmamıştınız. Sonra, o ve sen kendi yollarınıza yürüdünüz.
Çünkü gördüğümüz bazı düşler, yaşadığımız hayattan daha gerçektir, daha güçlüdür ve çok uzun süreler boyunca etkisinden kurtulmayı başaramayız.
Neden hep biz ve sevdiğimiz insanlar yenilmekten, kaybetmekten bir türlü kurtulamayız? Nedendir bilmem. Hep bize önem vermeyen insanlara bağlanıp dururuz.
Renkli mi renkli bir dünyaya açılırdı çocukluğumuz. Ama hiçbirimiz çocuk olarak kalamadık orada.
Bir uçtan bir uca delik deşik ettiğimiz şey, her yanını acımasızca yakıp yıktığımız bu, kendi dünyamız, sığındığımız biricik evimiz olmasına karşın.
Yüzlerce yıldır Avrupalılar’a kafa tuttuğumuz halde, niçin kendimiz Avrupalı olamadık? Ve onların anlayıp kurgulayarak adına da "Modernleşme" dedikleri model, niçin salt tüketimi kapsıyor? Ve bu model niçin yalnızca tüketici, birer müşteri olarak gördükleri alt gelir gruplarının borçlanmalarına dayalı bir tüketimi önceliyor?
Çevre sağlığı, koruyucu hekimlik, yaşam kalitesinin yükseltilmesi gibi yaşamsal etkenler ve artık durdurulması olanaksız hale gelen kentleşmeler nedeniyle kaçınılmaz bir gereklilik olan, ancak halk ve seçmen nezdinde fazla prim yapmayan alt yapı yatırımlarına yanaşan pek az olur.
Acaba içerikleriyle senarist, yazar ve oyuncuların çalışma alanlarını da sınırlayan yapay zeka kullanımı kısıtlanabilir mi? Eğer bu olanaklı ise nasıl yapılabilir dersiniz?
Zaman gelir, şiirimizde ve güncemizde kendisine kolaylıkla ve bolca yer bulan sevgili isimleri değişmeye başlar. Kendisinden kaçarak kendisini bulmaya çalışan tek insanın biz olmadığımızı anlarız. Artık salt olanları görmek yerine, görünenlerin ötesindekileri sezebilmenin, iç algıları harekete geçirmenin zamanı gelmiştir.
Aslında o sımsıkı kapatılmış şişelerin içinde oturanlar bizleriz. İşte bu yüzdendir ki pek çok güzel öyküyle yollarımız kesişmez.
Güzel bir öykünün gerçekçi olmaması gibi, gerçekçi bir öykü de güzel olmayabilir. İşin içinde, varlığımızı borçlu olduğumuz yeri terk etmek zorunda kalmak da var, bataklıkların içinde çırpınıp durmak da. Batan geminin mallarını ele geçirmek her insana nasip olmaz.
Karşımıza çıkan sorunlardan yakınır dururuz. Oysa bu sorunların birçoğunu kendimiz yaratmışızdır.
Şişenin içindeki bir mektup oraya hapsolmuştur. Oysa yeşil bir yaprak bir ağacın dalına sıkıca tutunmuş, arkadaşlarıyla birlikte koro halinde hışırdamaktadır rüzgarın kucağında.
Kafamız arkaya çevrilmiş, gözlerimiz hep geriye doğru bakarken nasıl ileriye doğru yol alacağız? Geriye doğru yürüyerek ilerlenmiyor, görüyorsunuz.