Mehmet Bahadır Balcılar | Kanuni temsilcilerin sorumluluğu | Güney Gazetesi Mersin
Mehmet Bahadır Balcılar

Kanuni temsilcilerin sorumluluğu


Türk vergi sisteminde vergilerin tahakkuku ve ödenme süresine kadar olan usul hükümleri, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu ile ödeme süresi içerisinde ödenmemesi halinde; bu verginin cebri icra da dâhil olmak üzere tahsil edilebilmesine ilişkin usul hükümleri ise 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile düzenlenmiştir. Dolayısıyla kanuni temsilcilerin sorumluluğu her iki kanunda ayrı ayrı hüküm altına alınmıştır.

213 sayılı Vergi Usul Kanunun 10.maddesinde, kanuni temsilcilerin ödevi tanımlanmış ve bu ödevleri yerine getirmemeleri veya eksik yerine getirmeleri nedeniyle temsilcileri oldukları teşekkülün mal varlıklarından alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların kanuni temsilcilerin mal varlıklarından alınacağı düzenlenmiştir.

Dolayısıyla tüzel kişiliğe haiz şirket yöneticilerinin veya tüzel kişiliği olmayan bir teşekkülün idarecilik görevini yürütmeyi üstlenmiş olanların öncelikle; sevk ve idare edecekleri teşekküllerin vergisel ödevleri hakkında mutlaka bilgi sahibi olmaları gerekmektedir. Vergisel ödevlerin başında bildirimler ve beyannameler gelmektedir.

Bildirimler; işe başlama, işi terk, Ba-Bs bildirimi ve adres değişikliği gibi bildirimlerdir. Beyanlar ise tabi olduğu vergilerin dönemleri itibariyle beyan edilmesini kapsamaktadır. Örneğin gelir, kurumlar, KDV muhtasar ve damga vergisi gibi vergi beyannamelerinin zamanında beyan edilmesi gerekmektedir. Kanuni temsilcilerin ödevi sadece bunlarla sınırlı değildir. Vergi levhası tasdiki ve verginin süresinde ödenmesi gibi diğer yükümlülükleri de bulunmaktadır.

Herhangi bir vergi türünün eksik beyanda bulunulması vergisel ödevin doğru olarak yapılmadığı anlamına gelmektedir. Bu durumda eksik beyan edilen verginin yanı sıra bir de vergi cezasına maruz kalınacağı hususunun da unutulmaması gerekmektedir.

Diğer taraftan verginin zamanında ödenmemesi durumunda devreye 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun mükerrer 35.maddesi girmektedir. Sözü edilen madde hükmüne göre tüzel kişiliği olan şirketler veya tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacaklarının, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından alınacağı hüküm altına alınmıştır.

Madde metninde yer alan “tahsil edilemeyen amme alacağı”,  teriminin aynı kanunun 3.maddesinde: amme borçlusunun haczi kabil herhangi bir mal varlığının bulunmaması, haczedilen mal varlığının satılarak paraya çevrilmesine rağmen satış bedelinin amme alacağını karşılamaması gibi nedenlerle tahsil edilemeyen amme alacağı anlamına geldiği açıklanmıştır. Tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağı” teriminin ise haczedilen mal varlığına biçilen değerlerin amme alacağını karşılayamayacağının veya tahsil dairelerince yürütülen takip muamelelerinin herhangi bir aşamasında amme borçlusundan tahsil edilemeyeceği ortaya çıkan amme alacağını ifade ettiği açıklanmıştır.

Ayrıca aynı maddede “amme borçlusu” teriminin; amme alacağını ödemek mecburiyetinde olan hakiki ve hükmi şahısları ve bunların kanuni temsilci veya mirasçılarını ve vergi mükelleflerini, vergi sorumlusunu, kefili ve yabancı şahıs ve kurumların temsilcilerini ifade ettiği açıklanmıştır. Dolayısıyla tahsilat ile ilgili kanun hükümlerine göre kanuni temsilcilerin de amme borçlusu olarak tanımlandığı görülmektedir. 

Kanuni temsilcilerin vergi usul kanununa göre kendilerine yüklenmiş vergisel ödevleri çok iyi bilmeleri ve bunu harfiyen yerine getirmeleri yeterli olmayıp, kendilerinden önce doğmuş olan vergi borçlarının, idare ettikleri teşekkülün mal varlığınca karşılanıp karşılanamadığına da dikkat etmeleri gerekmektedir. Çünkü idare ettikleri şirketin veya teşekkülün mal varlığından alınamayan ya da alınmayacağı anlaşılan amme alacaklarının idarecilerin kişisel mal varlıklarından tahsil edileceği unutulmamalıdır.

Bu düzenlemenin amacının; kanuni temsilcilerin, temsilciliğini yürütmekte oldukları teşekkülleri, örneğin tüzel kişiliği olan anonim veya limited şirketleri veya tüzel kişiliği olmayan adi ortaklıkları, dernek veya vakıfları keyfi olarak idare etmelerini engellemek suretiyle kamu zararının önlenmesine yönelik olduğu görülmektedir. Bu nedenle idareciliği kabul etmeden önce bir kere değil üç kere durup düşünmemiz gerekmektedir.



ARŞİV YAZILAR