Mizahın Hüzünlü Yolculuğu
Bu yazın uzun süreceği bahar aylarında anlaşılmıştı. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir hesabı. Ne çok şey sığdı yine günlere. Savaşlar, krizler, tutuklamalar, olağanüstü haller…
Bir gün olur da normale dönebilirsek uyum sağlayamamaktan korkuyorum. Başka ülkelerde elli yılda yaşanmayacak olaylar bizde bir haftada gerçekleştiği gibi unutulup gidiyor.
Bir karikatürle başlayan Leman dergisine yönelik linç ve tutuklamaların üzerinden bir hafta bile geçmedi. Şimdiden hafızamızdan silindi gitti. Söz konusu mizah ise özel ilgi alanıma girer.
Bu topraklarda güldürmecenin tarihi, 150 yıl öncesine dayanır. Teodor Kasap, önceleri Fransızca ve Rumca yayın yaparken ilk kez 1870’de Osmanlıca basmıştır. Adı Diyojen’dir. Namık Kemal ve Recaizade Mahmut Ekrem gibi güçlü isimlerden oluşan kadroya sahipti. Muhalif çizgide ilerleyen yayınlar pek uzun ömürlü olamadı. 1873’de sarayın emriyle kapatıldı. Ancak Kasap, pes etmedi Çıngıraklı adını verdiği yeni versiyonunu oluşturdu. Ancak onun da akıbeti aynıydı. Bu defa Hayal adını aldı. Hayal de yok edildi, İstikbal oldu. Saray, baktı ki yayınları yasaklamakla bitmiyor bu defa Teodor Kasap’ı kapatmayı seçerek hapse attı. 3 yıl içerde yatırdı.
Mizah bayrağını daha sonra Jön Türkler devraldı. Tokmak, Dolap, Bebe Ruhi, Pinti gibi dergiler çıkardı. Ancak Abdülhamit döneminde karikatür suç teşkil ettiği için Londra ve Cenevre’de çıkarılıp İstanbul’da el altından dağıtıldı. Osmanlı topraklarında sadece mizah dergisi yayınlamak yasak değildi; okumak da suçtu. Bu nedenle Tokmak’ın ilk sayısının baş yazısında: “Dergimizden mizah beklemek boşunadır. Ancak hüngür hüngür gülebilirsiniz” deniyordu.
Milli Mücadele zamanları mizahi yayınlar devam etti. Halka güç ve moral veren bir kaynak oldu. Hiciv edebiyatının efsane ismi Aka Gündüz’ün Jon Kikirik tiplemesi en meşhuru idi. İşgal yıllarında sanatçılar tutuklanmamak için Karga, Torik, Kertenkele, Düldül, Zınk, Karakulak, Aşık, Hamal gibi takma adlar kullanıyordu. İşgalcilerin gittiği mekânlara bu yayınlar gizlice bırakılıyordu.
Cumhuriyet dönemi mizah yolculuğu Marko Paşa ile devam etti. Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Mustafa (Mim) Uykusuz tarafından çıkarıldı. Durmadan yasaklandığı için logosunun altında ‘toplatılmadığı ve yazarları hapiste olmadığı zaman çıkar’ yazıyordu. Basımına izin verilmeyip elden ele halka ulaşması sağlanan dergi, 70 binlere ulaşan tiraja sahipti. Marko Paşa kısa zamanda kapatılınca adı Merhum Paşa oldu. O da benzer akıbete uğrayınca Malum Paşa ismi verildi. Sonra sırayla Yedi Sekiz Hasan Paşa, Bizim Paşa, Öküz Mehmet Paşa gibi adlar kullanıldı. Sonuçta Sabahattin Ali öldürüldü ve diğer üstatlar büyük baskılara maruz kaldı.
Demokrat Parti döneminde ise işler daha çetrefilli hale geldi. Mizahi yayınlar henüz piyasaya çıkamadan toplatıldı. Çok partili sistemi hedef aldığı yalanı uyduruldu. Efsane Abdülcambaz karakterine hayat veren Turhan Selçuk en çok yargılanan sanatçıların başında idi.
1970 ve 80’lere ise ‘Gırgır’ damga vurdu. Dünyanın en çok satan üç mizah dergisinden biriydi.
Amerikan Mad, SSCB Krokodil ve bizim Gırgır yeryüzünün en bilinen mizahi yayınıydı. Bununla birlikte Fırt, Çarşaf, Limon gibi bugün dahi hatırlanan yayınlar halka ulaştı.
80 darbesi mizaha da vuruldu. Kenan Evren döneminde Karikatürcüler Derneği kapatıldı. Mizah Müzesi yıktırıldı. Cuntanın en sevmediği şeylerin başında gelen mizah, sayısız baskıyla mücadele etti.
Çeyrek asırlık AKP döneminde ise bakış pek değişmedi. Partili Cumhurbaşkanı, ilk karikatür davasını Musa Kart’a açtı. Penguen ve Leman’ı mahkemeye verdi. 17/25 Aralık eleştirisi üzerine Kart’ı hapse attı. 9 ay yattı üstüne başka uyduruk gerekçelerle 12 ay daha kapatıldı. Gırgır’ın çekirdek kadrosunu oluşturan Nuri Kurtcephe de şaka sevmeyen zihniyetin zulmünden nasibini aldı. Gaddar Davut karakterinin yaratıcısı, ‘maganda’ sözcüğünün isim babası, Uğur Mumcu Ödülü sahibi Kurtcephe, ilerlemiş yaşına ve hastalıklarına rağmen bugün bile yargılanmaya devam ediyor.
Gırgır Dergisi’ni hayata geçiren Oğuz Aral’ın heykeline defalarca saldırıldı. Kadıköy’de yer alan sevimli Avanak Avni heykeli bile gülmeceden hiç haz etmeyen karanlık zihniyetin nobranlığına uğradı.
Nasrettin Hoca’nın topraklarında mizahın 150 yıllık hazin, trajik serüveni böyle.
Diyojen’den Leman’a tutuklama, hedef gösterme, linç, ölüm, sürgün hepsini tattı sanatçılar ancak yılmadı. Çünkü Büyük Usta Levent Kırca’nın dediği gibi:
“Mizah, x ray cihazında ötmez. Üzerindedir ancak kimse bulamaz. Bütün ölçüm aletlerini atlatır. Şarkı, şiir, duvar yazısı, fıkra olur fakat gider hedefini bulur. Fısıltı olur anahtar deliğinden geçer. Su olur kapı altından geçer. Taş olur hapishane duvarından geçer, gider vuracağı başı bulur. Yasaklanamaz, tutuklanamaz, ezildikçe büyür. Bizler Nasrettin’in torunlarıyız. Dünyada tek olan Türk Mizahı denen bir kavram vardır. Eşsizdir. Halk var oldukça mizahı yok etmeye kimsenin gücü yetmez.”
Başka söze ne hacet!
O zaman bunları okuyunca hüngür hüngür güler misiniz yoksa kahkahayla ağlar mısınız?
Bilemem…