Ergün Parlat

Ergün Parlat

Yabancılaşma


İnsan sürekli bir anlam arayışı içinde. Bizi çepeçevre kuşatan ancak tıngır mıngır gitmeyen bir hayat var.

Ürün Anıl Özdemir’e göre; “Günümüz insanı tüketimini, kimlik ve statü oluşturmak amacıyla da yapabilmektedir. Böylece meta üzerinden diğer insanlarla ortaklaşma ve aidiyet ihtiyacını karşılamaktadır. Ancak bu yolla memnuniyetsizliğini ve doyumsuzluğunu gideremeyecektir. Yaşadığı toplum içinde kendini gerçekleştirebilme ve kanıtlama olanağı bulamayan insan, doğal olarak anlam boşluğu yaşayacaktır.”

Zaman zaman gözlemlediğimiz gibi, sistem uyum sağlamakta zorlanan bireyin yerine başka birini yerleştiriyor.

*

Günümüzde insanların içine düştükleri boşluğu, kitle iletişim araçları ve dijital aygıtlara yönelme yanında sosyal medya gibi eğilimlerle doldurmaya çalıştıklarını görüyoruz.

Melvin Seman yabancılaşmayı, “Bir kişinin özduyuları ve özgeçmişleriyle bağlantısını yitirme olgusu” olarak tanımlamış, güçsüzlük, anlamsızlık, kuralsızlık, dışlanmışlık ve kendine yabancılaşma olarak beş boyutta incelemiştir.

Çağdaş modern toplumlardaki endüstriyel çalışma ritmi ile karmaşık bir hayat ritmi ve bireycilik, insanlarda yabancılaşma duygusunun doğmasına yol açmaktadır.

Yaşanan yalnızlık, kopukluk gibi olumsuzlukların yanında, etik ve dini çerçeveler ile sosyal ve ekonomik ilişkiler ağı arasında anlamlı bir bütünlük oluşturulamaması, kırılgan bireyler ortaya çıkarabilmektedir.

*

Sistemin net bir biçimde dayatmış olmasına karşılık başka alanlarda erişilemeyen dikkat çekme, çabukluk, güç, başarı, saygınlık, ayrıcalık kazanma gibi özellik ve edimlerin yerini, elimizdeki büyülü dijital kutularda çözüm arama tutkusu almış durumda. Gittikçe içinden çıkılamaz duruma dönüşen bir tutku bu.

Doğal olarak elde edilen sonuçlar çok kısa ömürlü, geçici, çok çabuk eskiyip anlamsızlaşan, yeni bir şeyleri aramayı zorunlu kılan niteliklerde olduğundan, içinden çıkılan bir boşluğun ardından başka bir boşluğa sürüklenmelere yol açıyor.

*

Oysa Montaigne, gerçek erdemin çok geniş olanaklar içinde bile ölçülü davranmak ve gerektiğinde özveride bulunmakla kazanılabileceğini söylememiş miydi?

Yabancılaşmayı doğuran anlamsızlık duygusu, inanmaya ve bağlanmaya değer doğruları bulamamaktan kaynaklanmaktadır.

Bugün insanların özünde bulunan insansı değerler; devirsel, dönemsel, iklimsel, mevsimsel ön yargılar ve saplantılarla acımasızca, kıyasıya, bağnazca bir inatla örselenip incitilmekte, yerle bir edilmektedir.

Görmezden gelinme ve unutulmayla birlikte, bir biçimde ekonomik ve sosyal süreçlere dahil olamamış bireyin yapabileceği bir şey var mı sizce? İçinde yaşadığı toplumun değerler sistemine nasıl uyum sağlayacaktır? Bu değerlerle benzeşemeyerek itilip yabancılaşacak mıdır?

Sonuçta bir de şu soru geliyor aklımıza: Şu ya da bu biçimde, az ya da çok üretim etkinliği içinde bulunan insanın kazanma ve kazandırma eylemlerini etik değerlerden ödün vermeden gerçekleştirebilmesi olanaklı mıdır?

Kavgaları izleriz. Kim haklı, kim haksız biliriz. Ancak düzenimizin bozulmaması için suskun kalırız. Küçük çıkar hesaplarımızdır bizi biz olmaktan çıkaran.

Yücel Balku’nun söylediği gibi; “Ortak dili konuşmayı reddedersin, Ancak kendi dilini konuşabileceğin kimse de yoktur. Susarsın.”



ARŞİV YAZILAR