BAŞAK KARATEPE
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Halis Dokgöz, adli tıp alanındaki çalışmalarıyla, çocuk haklarıyla ilgili çalışmalarıyla olduğu kadar karikatürcü yönüyle de tanınan bir isim. Halis Dokgöz ile yoğunlukla karikatür serüveni üzerine, biraz da adli tıp üzerine konuştuk. Konumuz ne olursa olsun söz dönüp dolaşıp karikatüre geldi. Karikatürü resim sanatının yaramaz çocuğu olarak gören Halis Dokgöz’e bırakıyoruz sözü:
-Sizi sanat camiasından ve tıp sektöründen tanıyorlar ama okurlarımızın da sizi tanımasını istiyorum. Çok iyi bir adli tıp uzmanı ve karikatürist olduğunuzu biliyorum. Benim için ayrı bir yeriniz var. Çünkü “Sanat İyileştirir” kitabımızın da kapak karikatüristisiniz. Sizinle radyo ve Toros Üni. Tv’de program gerçekleştirmiştik ama röportaj yapamamıştık. O yüzden bunu gerçekleştirebildiğimiz için şuan mutluyum. Sizi tanıyabilir miyiz? Halis Dokgöz kendini nasıl ifade eder?
HALİS DOKGÖZ: Zor bir soru bu soru. İnsanın kendini tanıtması zor bir iş. Nasıl tanımlayabiliriz? Yaptığımız işler üzerinden belki tanımlayabiliriz. Ben bir tıp doktoruyum. Üzerine adli tıp ihtisası yaptım. Adli tıp alanında da akademik faaliyetler yürütüyorum. Bununla paralel olarak birlikte karikatürlerde çiziyorum. Üniversite yıllarında başladığım karikatür etkinliklerini devam ettiriyorum. Sadece sergiler açarak ya da yarışmalara çizerek değil, toplumsal olaylara karşı sorumluluk duygusu da hissettiğim için bağımsız olarak karikatürler üretiyorum. Son dönemlerde çizdiğim karikatürler daha yazısız grafik, mizah ağırlıklı. Resim sanatının unsurlarını taşıyan ama içerisinde mizah da olan, yer yer eleştiri de olan evrensel nitelikte karikatürler üretmeye çalışıyorum. Son 5 yılda ürettiğim karikatürler, özellikle Hürriyet Gazetesine bir dönem çizdiğim karikatürler, devamında Dünya Gazetesinde çizdiğim karikatürlerden “Metafor” adında bir kitap oluşturdum. Bununla birlikte sergiler başladı ama pandemi nedeniyle sergilerin bir kısmını iptal etmek zorunda kaldık. Ankara’da ve en son pandeminin sönümlenmeye başladığı zamanlarda İstanbul Schneidertempel Sanat Merkezi’nde sergi açtım ve karikatür etkinlikleri bu şekilde devam ediyor.
-Karikatür çizmeye ilk olarak nasıl başladınız?
HALİS DOKGÖZ: Daha çok resim sanatına ilgim vardı. Hatta resim sanatında aldığım ödüller de vardı. Üniversiteye başladıktan sonra, tıp fakültesinde Kılçık diye bir mizah dergisine karikatürcü arıyorlardı. Benim çizdiğimi söylemişler derginin sorumlu hocasına. Derginin toplantılarına davet edildim. Yücel hoca vardı kulak, burun, boğaz hocası ve o şekilde karikatürlerimi çizmeye başladım. Dergi bazı karikatürlerimi kullanınca ben havalara uçtum, ben karikatür çiziyorum diye. Arkadaşlarım da bunların karikatür olmadığını, yerel bir dergi olduğu için çok havalara girdiğimi düşündüler. Onun üzerine ben bu karikatürleri zamanın ünlü dergisi “Gırgır” dergisine Oğuz Aral’a gönderdim. Oğuz Aral’da bir karikatürümü yayınlayıp, olumlu eleştiriler yazdı. Genellikle eleştiri nitelikte yazan Oğuz Aral övücü nitelikte yazılar yazınca, ben o gün bugündür karikatürler çiziyorum. Bahsettiğim tarih 1985. Karikatüre ben aslında tesadüfen başladım ama başlamamla birlikte Gırgır’da yayınlanmasının ardından geçen süreçte tutkuya dönüştü ve binlerce karikatür ürettim o günden bu yana ve devam ediyorum.
-Bir karikatür ne kadar sürede çizilir?
HALİS DOKGÖZ: Bazı karikatürler vardır 5 saniyede 10 saniyede çizebilirsiniz. Bazı karikatürler vardır günlerce uğraşırsınız. Burada önemli olan karikatürde vermek istediğiniz mesaj, espri, çizginin derinliği, perspektif. Vermek istediğiniz duyguyu bazen çok uzun sürede verebilirsiniz, bazen çok kısa sürebilir. Örneğin ben son dönemde ünlü ressamların ünlü tablolarını kendi algıma göre karikatürize ediyorum. Rembrandt’ın, Dr. Nicolaes Tulp’un anatomi dersi tablosunu karikatürize ettim. Bu tür karikatürler daha çok zaman alıcı. Aslına sadık kalmanız, onu deforme etmeniz gerekiyor. Picasso’nun Guernica’sı mesela. Bunlar epey uzun süren karikatürler ama bazen de bir şey çiziyorsunuz, mesela beyin yerine mide bağırsak kısmı var adamın, poposunda da beyni var. Böyle bir karikatür 2-3 dk. 5 dk. sürmüştür. Burada önemli olan nitelik, içerik ve sizin onu yansıtmanızdır. Kenan Evren’de Picasso’nun bir tablosuna böyle resim mi olur, böyle eser mi olur ben bunu 2 dakikada çizerim demişti. Bu mesele 2 dk. meselesi değil, onu yansıtma meselesi aslında. Bunu anladığımız zaman da sanatı anlamış oluyoruz.
-İyi bir karikatürist olabilmek için ne kadar sürede ne kadar karikatür çizmek gerekir. Haftada şu kadar ya da ayda şu kadar gibisinden bir kıstası var mıdır?
HALİS DOKGÖZ: İyi bir karikatürist olabilmek için devamlı çizmesi, üretmesi ve çalışması gerektiğini düşünüyorum. Hani derler ya bir ilham perisi gelecek, o ilham perisiyle birlikte romanınızı yazacaksınız, oyununuzu oynayacaksınız, resminizi yapacak, karikatürünüzü çizeceksiniz. Ben buna inanmıyorum, ilham perisi diye bir şey yok. Burada önemli olan şey çalışmak, üretmek. Bir sanatçı yalnızca ben bunu böyle düşüyorum diyerek üretemez. Bunun bilimsel temelini, arka planını araştırması gerekir. Araştırmadan, okumadan, çalışmadan üretim yapamaz. İyi bir karikatürcünün de donanımlı olması gerekir. Donanımı olmadan bir olaya perspektif kazandıramayacağını düşünüyorum. Onun için ne kadar okuyup çalışırsa o kadar gelişir. Bakışı da gelişir, vereceği mesajlarda ona göre gelişir. Bir karikatüre baktığımız zaman ben karikatüristin dünyaya bakışını da anlayabiliyorum. Demek ki bu karikatüristin backgroundunda bunlar var diyorum. Analitik yaklaşımlar yapabiliyorum. Aslında belki bunlar sosyologların, psikologların işi. Üretilen eserlerden yola çıkarak karikatüristleri irdeleyebilirler. Sözün özü iyi bir karikatürcü bence çok çalışmalı, çizgi çalışmaları da yapmalı, okumalarda yapmalı. Olguyu o anlık irdelemesiyle çizmemeli. Çok boyutlu araştırmalı. Bunu yaptığı zaman zaten karikatürü de, verdiği mesajda iyi olur diye düşünüyorum.
-İyi bir adli tıp uzmanısınız aynı zamanda. Adli tıp uzmanlığının / mesleğinizin karikatürisliğe katkısı olduğunu söyleyebilir miyiz?
HALİS DOKGÖZ: Mesleğimin katkısı olduğunu düşünüyorum. Adli Tıp’ın geniş bir perspektif sunması sanata yansıyor. Hatta İstanbul’da ki Schneidertempel Sanat Merkezi’nde açtığımız sergiden sonra Cumhuriyet’ten bir arkadaşımızla röportaj yapmıştık. Onunla da konuşurken karikatürün otopsisini yaptığımla ilgili bir yaklaşım ortaya çıktı. Biraz düşününce, evet karikatürün otopsisini yapıyorum diyebilirim. Otopsi nedir? Kişinin sadece ölüm sebebi değil, ölüme etki eden faktörler, ne zaman öldüğü, pek çok değişkeni irdeler aslında otopsi. Karikatürde öyle. Ben karikatürü resim sanatının yaramaz çocuğu olarak değerlendiriyorum. Çünkü resimde ilkeler, kurallar, bakış vardır. Karikatürde ise hepsine bir başkaldırı vardır. Bu yaramazlık içinde görünmeyeni, arka planı da barındırıyor. Sürekli sorgulamayı da getiriyor. Bu benim mesleğimle de çok bağlantılı. Çünkü sunulan, gösterilen değil de arka planı, başka faktörleri düşünürüz. İntihar mı, cinayet mi, kaza mı, doğal bir ölüm mü, varsa buna etki eden başka faktörler neler, vs. Bunları araştırdığımız için, bunlarında karikatür sanatına olumlu yansıdığını düşünüyorum.
-Çocuk hakları ile ilgili bir çalışma yaparak kitabını çıkardınız. Bize bu çalışmadan bahseder misiniz?
HALİS DOKGÖZ: Adli tıp alanında özellikle çocuk hakları üzerine yoğun çalışıyorum bilimsel anlamda ve çocuk hakları aktivisti olduğumu söyleyebilirim. Bu alanda üreten, emek harcayan insanlardan biriyim. Bilimsel faaliyetleri yaparken, bunları topluma ve bilim insanlarına anlatırken sadece adli tıpçılar değil, bunun içinde psikologlar var, sosyal hizmet uzmanları var, çocuk polisleri, çocuk jandarması var, avukatlar, hukukçular var. Geniş bir perspektif içerisinde ele almak gerekiyor çocuk haklarında. Bu yaptığımız çalışmalarda şunu gördüm. Her yıl aynı konuları aynı şekilde anlatıyoruz. Çözüm önerileri aynı şekilde getiriliyor ama bir arpa boyu yol alamıyoruz. Demek ki başka şeyleri de çocuk hakları alanında kullanmamız gerekli diye düşündüm. Çocuk haklarının temel felsefesini oluşturan çocuk hakları anayasası niteliğinde çocuk hakları sözleşmesi var. Bu sözleşmenin maddelerini karikatürize edip Türkiye’nin değişik illerinde sergiledim. Mersin başlangıçta olmak üzere, Tarsus, Gaziantep, Ankara, Çeşme, Bursa… Değişik şehirlerde sergiledim bunları. Arkasından bunlar sergiyle de yetmez diyerek kitap haline getirdik. Çocuk hakları adına çalışan avukatlar aracılığıyla bastırıp, hukukçular arasında dağılmasını sağladım. Sonrada Tarsus Belediyesi ile bu kitabı çıkardık. Tarsus Belediyesi köylerdeki ve tarım sektöründe çalışan çocuklara dağıttı bunu. Ben çocukların yalnızca korunması gerektiğine inanmıyorum. Tabiki korunmalı ama çocuklar hakları da olan birer birey ve öznelerdir. Bu çocuk hakları sözleşmesi de çocuk anayasası niteliğinde, Türkiye ilk imzalayan ülkelerden biridir. Karikatürlerde bunun daha içselleşmesini görseller yoluyla sağladığı için böyle bir proje sonucu kitap çıktı.
- Keşke diyorum Milli Eğitim Bakanlığıyla da anlaşılsa bütün okullarda dağıtılsa…
HALİS DOKGÖZ: Kesinlikle okullarda dağıtılabilir. Çocuk haklarına, çocukların haklarının neler olduğuna ilişkin velilere dersler aracılığıyla da uygun yöntemlerle aktarılması gerektiğini düşünüyorum. Şimdi hatırladım çocukluk dönemimizde Cin Ali kitaplarıyla okuma yazmaya başlamıştık. Geçenlerde onun çizeri öldü. Tekrar kitapları bir elden geçirdiğimde Cin Ali kitapları bile hem okuma yazma açısından, hem haklar açısından çok önemli işlev görüyor. Kitabında ben işlev gördüğünü düşünüyorum. Hatta araştırıp baktığımda dünyada pek bir örneği yok. Tabiki Milli Eğitim herhangi bir eğitimi önemsiyorsa, öyle bir çalışma yaparsa ben gönüllü olurum.
- Türkiye’de karikatür sanatına nasıl bir yaklaşım var?
HALİS DOKGÖZ: Aslında dünyadaki bakış açısından farklı değil. Karikatür rahatsız edici bir sanat. Yani erki rahatsız ediyor. Bu erk dediğimiz şey ailede bir erk olabilir, iş yerinde erk olabilir. Rahatsızlık verdiği, sorguladığı için bu sorgulamadan rahatsız olanlar karikatürün fazla yer almasını istemiyorlar basında. Örneğin New York Times editoryal karikatüre son verdi. İngiltere’de ciddi gazeteler editoryal karikatürlere sınırlama getirdi. Daha çok haberi ve makaleyi süsleyen görseller şeklinde yansıdı karikatürlere. Bu tabiî ki ülkemize de yansıdı. Ülkemizde de eskiden gazeteler baş çizerlerle anılırdı. Cumhuriyet’te Ali Ulvi Ersoy, Milliyet’te Bedri Koraman, vs. Semih Balcıoğlu her zaman çizerdi. Her gazetenin bir çizeri vardı. Şimdi baktığımızda gazetelerde neredeyse çizer yok. Cumhuriyet’te Zafer Timuçin çiziyor. Milliyet’te Ercan Akyol var. Ercan Akyol son dönemlerin en müthiş karikatürlerini üretiyor. Onun dışında doğru düzgün karikatür çizen yok. Gazete mi kaldı da diyebilirsiniz. O da bir soru işareti. Ama artık kendilerini ifade ettikleri sosyal medya var. Hiçbir ücret, telif alamıyorsun belki ama dünyaya ulaşabiliyorsun. Eskiden karikatürler gazetede çizerken dünyaya ulaşamıyorlardı. Şimdi ise gazetelerde yer alamıyor çizerler ama dünyaya ulaşıyorlar. Şu anda acayip bir network var. Örneğin Kolombiya’da bir karikatürist var, meslektaşım. Biz onunla ortaklaşa sergiler açıyoruz. Hiç yüz yüze gelmedik ama iletişimimiz karikatür ve internet aracılığıyla böyle bir bağ kuruldu. Bazı avantajlar, dezavantajlar olsa da şunu söyleyebilirim karikatüristler üretmeye devam ettiği sürece platform bulurlar. Sanatçılarda öyle en olumsuz koşullarda bile en güzel eserlerini verirler. Bertolt Brecht’in eserlerini biz hala okuyoruz. En zor zamanlarda, 2. Dünya savaşı, vs. o dönemlerde yazılmış oyunlar. Önemli olan üretmek diye düşünüyorum.
- Eski zamanlarda karikatür sanatına daha yumuşak, olumlu mu bakıyorduk? Şimdi bakıyorum da kabullenemiyoruz sanki bazı şeyleri, eleştiriye eskisi gibi ılımlı yaklaşamıyormuşuz gibi geliyor.
HALİS DOKGÖZ: Eleştiriyi kabul etmiyoruz. Toplum olarak eleştiriye açık değiliz. Zaten özeleştiri yapmıyoruz. Bireysel kendi eleştirimizi yapmıyoruz ama çevreden gelen eleştirileri de olumsuz görüyoruz. Eleştiri dediğimiz zaman bundan bile olumsuzluk çıkartıyoruz. Oysa eleştiri olumlu bir şeydir. Çünkü kişiyi değiştirir, dönüştürür, kendisini anlamasını sağlar. Eğer bir şey ürettiyse o üretimle ilgili farklı görüşler ortaya çıkar. Ona göre, oradan gelen eleştirilere, oradan gelen geri bildirimlere göre siz yeni üreteceğiniz eserleri yapılandırırsınız. Bu kültürel karşılıklı bir alışveriş aslında, kültürel donanımı gösterir. Bireysel anlamda eleştiriye kapalı olduğunuz zaman, yönetsel anlamda da eleştiriye kapalı oluyorsunuz. Eleştiriye kapalı olduğunuz zamanda, sizi kimse eleştirmediği zaman her şeyi iyi yaptığınızı düşünürsünüz. O zamanda gelişmezsiniz. Sanatçılarda gelişmezler, belki görünür olurlar. Ekranlarda görünürler, medyada görünürler, yazılı basında görünürler, ama uzun soluklu olamazlar. Sonra tarihin çöplüğünde yerlerini alırlar. Onun için eleştiriye açık olmak gerekiyor. Kara mizah dediğimiz, grafik mizah dediklerimiz ise yazısız oldukları için evrensel niteliklidir ve aradan yıllar bile geçse bu karikatürler ya da sanatlar işlevlerini hala sürdürürler.
- Mersin’i kültür ve sanatı bakımından değerlendirecek olsanız nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
HALİS DOKGÖZ: Ben açıkçası Mersin’i beklediğimin üstünde buluyorum. 2005 yılında geldim ben Mersin’e. Mersin hem doğal güzellikleri hem tarihi yapısı hem de barındırdığı insan profili açısından gerçekten bir potansiyeli var. Ancak bu potansiyeli uyuyan potansiyel olarak görüyorum. Bir potansiyel var ama bunları harekete geçirmek, toplumsal dinamikleri harekete geçirmek gerekiyor. Zaman zaman da bir araya getirmek gerekiyor. Çünkü bir araya gelen farklı alanlardan sanatçılar birbirlerine uyaran verirler. Bu uyaranlarda sinerji yaratır. Yeni eserler çıkar, yeni oluşumlar çıkar, yeni sanat ürünleri ortaya çıkar. Bunlar şehrin kazancıdır. Zaten bir şehir… atıyorum Mersin sadece portakalıyla, mandalinasıyla anılıyorsa eksiktir. Başka şeylerden söz etmemiz gerekir. Eski kültürel arkeolojik yapılarından tutun, bugünkü üretilen bilimsel ve görsel sanatlar, yazılı sanatlar, tiyatro, sinema, karikatür, resim, edebiyat, öyküler, romanlar… Bunların çıkması gerekiyor şehirden ki, o şehrin yaşayan kültürel kodlarıyla dinamik bir şehir olduğunu ortaya koysun. Mersin’de bu potansiyel var ama bu potansiyelleri harekete geçirecek insiyatiflere ihtiyaç var. Özellikle senin yaptığın çalışmaları ben çok önemsiyorum. Dinamikleri harekete geçiriyorsun ama burada kurumsal yapılarla güçlenmesi gerekiyor. Valilikten tutalım, üniversitelere, belediyelere, sivil toplum kuruluşlarına kadar bu dinamiklerin harekete geçmesi, sinerji yakalayıp kültürel üretimlerle sadece yerelde değil ulusal ve uluslararası görünürlüğünün arttırılması gerekiyor. Bu potansiyel Mersin’de var ben bunu görüyorum. Sadece tantuni, limon, portakal dersek o şehir gelişmez. O dinamikleri harekete geçirmek lazım. Operası var, tiyatrosu var, sergi salonları var. Yeterli mi? Bence yetersiz. Daha da üst noktalara taşımamız gerekiyor.
- Son olarak “Sanat İyileştirir” diyorum gerisini size bırakıyorum.
HALİS DOKGÖZ: Sözünüze katılıyorum “Sanat İyileştirir”. İyileştirme yanında sanat geliştirir, dönüştürür. Bu değişim ve dönüşüm mutlaka olumlu olur. Eğer sanatın herhangi bir alanıyla ilgili bir kişi bir etkileşime geçerse oradan hiçbirşey almadan ayrılma olasılığı yoktur. Eğer bir kişi sinemaya gidiyorsa, tiyatroya gidiyorsa, operaya gidiyorsa, bir sergi geziyorsa, bir kitap okuyorsa ben hiçbir şey elde edemedim gibi bir duygunun olduğunu düşünmüyorum. Mutlaka cebine koyduğu bir şey vardır. Bu da sizin söylediğiniz gibi “Sanat İyileştirir”
***
Bu röportajı benimle gerçekleştirdiği için Halis DOKGÖZ hocama çok teşekkür ediyorum.
Gelecek hafta yeniden görüşebilmek…
Sanatla ve hep dostça kalmanız dileğiyle…
“SANAT İYİLEŞTİRİR”