Kırık dökük bir şehir | Güney Gazetesi Mersin

Kırık dökük bir şehir

Kırık dökük bir şehir


 

ABİDİN YAĞMUR

Antakya'yı gün ışığında görmedik bugün.

04.17'deki anmaya yetişmek için gece 11'de çıktık Mersin'den.

Iskenderun'u geçince sis indi. Göz gözü görmüyor. Araçlar tampon tampona. Sis nedeniyle sağda solda kalmış yıkık binaları görmediğim için şanslı sayıyorum kendimi. Çünkü yıkılmış, altından cansız bedenler çıkarılmış, bazısının altında hâlâ cansız bedenler olduğundan şüphe edilen binaları görmek de yıkıyor insanı!

Karanlık ve sis

 

Gece ve sis nedeniyle yıkık bina görmedik ama yıkılmış insanlar gördük.

O yıkık binaların altından çıkarılmış insanlar...

O yıkık binaların altından yakınlarını çıkarmış insanlar...

O yıkık binaların altında yavrusunun ne ölüsünü ne dirisini bulmamış insanlar...

Devleti yönetenlerin fiilleri ve fiilsizlikleri, sözleri ve suskunlukları ile yaralanmış insanlar.

 

Bir masal sekansı gibi

 

Gece ve sis içinde ne kadar da dingin, ne kadar da soğukkanlılar.

Âdeta bir masal sekansı içinde gibiyiz.

Kalabalığın içinde sessiz yürüyoruz.

Herkes suskun.

Fakat anma töreninin yapıldığı alana yaklaştıkça sessizlik yırtılıyor.

İktidarı temsilen bakanın konuşması, yerel iktidarı temsilen belediye başkanının alana gelmesi bir anda öfke patlamalarına yol açıyor.

Alanda bir öfke seli var.

Ölmüş, öldürülmüş, kırılmış bir halkın öfkesi, isyanı işleniyor Türkçe ve Arapça seslenişlere.

"Gelmediniz" diyorlar. "Günlerce yoktunuz" diyorlar.

"Bizi dışladınız" diyorlar.

"Bir yıl geçti hâlâ enkazlar altında cesetler var" diyorlar.

Sanki dün olmuş gibi

 

Deprem sanki dün olmuş gibi Hatay'da.

Sanki depremin üzerinden bir yıl geçmemiş, sanki ölülerin bedeni daha soğumamış gibi.

Taş üstüne taş koyanın başımızın üzerinde yeri var der ya siyasetçiler.

Hatay'da taş yolun ortasına düşmüş, kimse o bir taşı alıp kenara koymamış!

Ölümü kabullenmişler yıkımı değil

 

Karanlıkta enkazlar görüyorum.

Sis içinde moloz yığınları.

Her moloz yığını başında, her yıkık dökük evin girişinde, yıkık duvarının yanında bir bekleyen var sanki.

Hataylılar kabullenmiş ölümü bile ama yıkımı kabullenememiş, bir.

Dışlamayı kabullenememiş, iki.

Hatay'ı görmek demek

 

Hatay'da olmak Hatay'ı görmek demek, Hatay'ı anlamak demek değil ki...

İşte CHP lideri Özgür Özel, İBB Başkanı İmamoğlu konvoyla girdiler Antakya'ya.

Upuzun bir konvoy. Çakarlı araçlar, korumalar, belediye başkan adayları...

04.17'de yapılacak anmaya beş on dakika kala geldiler alana.

Dolaştılar, gittiler.

 

Bir selam yeterdi

 

Oysa bir selamın aleyküm dayı, selamın aleyküm teyze denmesini beklerdi Hataylı.

Ateş almaya gelir gibi gelmek değil de şöyle bir çay içimi sohbet etmeyi beklerdi.

Tersi oldu, CHP yöneticileri ateş alır gibi geldi, gitti.

 

Kırıkhan'da kırık dökük mezarlar

 

Antakya'dan çıkarken gün ağarmıştı.

Sis çözülmüştü.

Yıkık ve yorgun bir şehri izleyerek geldik Kırıkhan'a.

İBB emekçileri depremde yıkılan bir okulun yerine yeni bir okul yapmak için dayanışma göstermiş.

Temeli Ekrem Imamoğlu atacak.

Kırık dökük mezarların, tek katlı yoksul evlerin karşısındaki alana kocaman bir çadır kurmuş İBB.

Ses sistemi, dev ekranlar...

Cadde üstünde de kocaman bir ekran var.

Kırıkhanlılar uzaktan izliyor.

CHP lideri ve İBB Başkanı  iktidarın dilini eleştiriyor, seçim tehdidini eleştiriyor, Kırıkhanlılar uzaktan dinliyor.

Bir şey yapmadılar buralara. Kömür verdiler

 

Depremzede Kırıkhanlılar da olan bitenin farkında.

"Cumhurbaşkanı bizi tehdit ediyor" diyor bir Kırıkhanlı. Sonra ekliyor: "Bir şey yapılmadı buralara. Kömür verdiler. Türkler konteynerda, Suriyeliler çadırda. Böyle gider beş on sene. Yollarımızı çeksen. Bak hep çukur. Fakir bizim buralar."

Kırıkhanlı bir şeyin daha farkında: CHP'nin bu iktidar provası gösterisi de sona erecek.

Isıtmalı çadır, ses sistemi, dev ekran sökülecek, çakarlı lüks araçlar hızla çekip gidecek.

Depremzede burada kalacak.

Bu sokakları delik deşik olmuş, çadırlarında nazlı nazlı kömür dumanının süzüldüğü kasabada kalacak.

Çadır kampta üşümüş çocuklar

 

CHP'nin gösterişli çadırının hemen yan tarafında Suriyelilerin kaldığı çadırlar vardı.

Gidip dolandım çadırların etrafında.

Ürkek bakan, saklanan çocuklara merhaba dedim.

Merhaba dediler. Fotoğraflarını çektim, el salladılar, güldüler, sevinçle zıpladılar.

Bir kızın saçını başını düzeltip yine yolladı anası.

Giderken arkamdan üç kez seslendiler. İkisinde dönüp baktım, üçüncüde dönüp bakmadım.

Kim bilir kaç ay sonra sevinmiş o ufaklığa bakamazdım.

Üşümesine, titremesine bir daha bakamazdım.

Yok, hayır, ağlamadım...