Teldeki uçurtma
Çocuk, yetişkinlerin diledikleri gibi oynayabilecekleri bir oyuncak değildir ki.
Nedense bazı insanlar yaşamımızı değersizleştirmek için hep saldırıp durdular.
Bizler tüm insanların yaşadıklarına inanırız. Ama bu tam anlamıyla pek de doğru sayılmaz. Çünkü bazı insanlar yalnızca vardırlar. İşte hepsi o kadar.
Bazı çocukların uçurtmaları takılacak ağaç bulamaz. O mavi boşluğun içinde çırpınıp dururlar. Bir başına, yalnız, rüzgarların kucağında gün gelip parçalanmaya mahkum.
Yaşamımızın birtakım boşluklarını, bir türlü önleyemediğimiz aptalların saçmalıkları doldurur ne yazık ki.
Beni ben yapan özelliklerin bende bulunduğuna inanıyorum. Seni sen yapan özelliklerin de sende bulunduğuna inanıyorum. Peki sen, onu o yapan özelliklerin hala onda bulunduğuna inanıyor musun? Ben inanmıyorum.
Unutulmuş, unutulmaya yüz tutmuş, gözden çıkarılmış ya da önemsizleştiğinden geri dönüşüm kutusuna atılmış isimleri anımsayamadığımızda “Şey” sözcüğü hemen imdadımıza yetişir.
Görüyorsunuz; adım adım parçalanmakta olan dünya aynı zamanda insanları da örseleyip parçalamayı sürdürmekte. Bazı durumlarda gitmek çok zor gelir insana, bazı durumlarda ise kalmak. Ve sonra niçin başka birine dönüşür insan? Gören, anlayan, bilen ama harekete geçmeyen, donuk bir adama.
Demek ki, nasıl her şey her şey demek değilse, hiçbir şey de hiçbir şey demek değil.
Bir türlü gerçekleştiremediği özgürlük düşleriyle bitirmekte insanlar yaşamlarını.
Hiç kimse bir sonraki hamlesini belli etmez. Kişisel gelişim adı altında cehalet pazarlanır. Sen ne denli özenle korumaya çalışsan da iç dünyanı salt gürültü patırtılarla doldurmak isterler.
İçinde yaşadığı karanlığın farkında mı insanımız? Dünyanın farkında mı? Ya sıkışıp kaldığımız yer kendi içimizse?
Boşluk… Bir boşluk gerçekten bir boşluk mudur? Tümüyle kaybolmaz o. İz bırakmıştır, izi kalır.
Bir de bakmışsın yalnızsın. Tüm bu yaşadıklarımız bir simülasyon olmasın.
Nedir yaşadığımız? Gerçeklik yerine sanal, teknolojik gelişmelere karşın artan yalnızlığımız, tekdüzeleşen alışkanlıklarımız, kendimize dayattığımız kurallarımızdan oluşan gönüllü tutsaklığımız, dünyayı doldurup duran bunca yasların bir türlü önleyemediği umursamazlıklarımız, vurdumduymazlıklarımız.
Düzenbazları nasıl tanırsınız? Görünüşte sakin ve kaygısız, ama alttan alta sinsi ve acımasız. Bazı an gelir, hiçbir insanın yüzünü görmek istemezsiniz.
Aslında yok edilmeyi hak eden ne çok şey var, değil mi?